YAŞANMIŞ HİKAYELER... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞANMIŞ HİKAYELER... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

07 Şubat 2009

TABİATIN CEZALANDIRMASI…

Geçimini balıkçılıkla sağlayan adam,günün birinde aldığı teklifi hiç tereddüt etmeden kabul etti.Belki daha çok kazanma hırsı,belki daha rahat bir hayata kavuşmaktı amacı.Ona göre iş basitti.Gece teknesine bindirdiği insanları deniz yoluyla başka bir ülkeye nakledecekti.İş usule aykırıydı ama kişi başı alacağı parayı düşününce, işin tehlikesini bir tarafa bıraktı.Bir süre sonra bu ticaretten iyi kazandığını görünce haftada iki olan sefer sayısını beşe çıkarttı.Karısı ve oğluna işin yasal olmadığından bahsetmedi…
İlerleyen günlerde adam işi daha da üçkağıtçılığa dökerek teknesine aldığı kaçakları haritada bile yeri belli olmayan ada ya da adacıklara bırakmaya başladı.Arkasında bıraktığı kişilerin akıbetinden habersiz…
Adamın maceraperest küçük oğlu o gün kararını verdi.—Bugün bende babamla yola çıkar,gezer tozar ertesi gün geldiğinde onunla geri dönerim.Sabaha karşı gizlice tekneye bindi.Diğer kaçakların arasında fark edilmedi bile…Babası gene bilinmeyen adacığa insanları bıraktığında çocukta onların arasındaydı.Adam gün aydınlanmadan hemen geri döndü.
Eve geldiğinde oğlu yoktu.—Seninle gitmedi mi? deyince karısı, panikledi adam hiç tereddüt etmeden teknesiyle tekrar yola koyuldu.İki saatin sonunda vardığında gözlerine inanamadı çünkü ada yerinde yoktu.Aslında biliyordu o bölge dünyada gel git olaylarının en yoğun yaşandığı yerlerden biriydi.Anladı ki yaşanan bu olay karşısında ada insanlarla birlikte sulara gömülmüştü.İşte tabiat adamı böyle cezalandırdı…


--------------------------------------------------------------------------

*Atlas Okyanusundaki bir adada yaşanan bu olayı babamın anlatımıyla aktardım…( Bu gidişle bloğun adını “babamdan hikayeler” olarak değiştireceğim herhalde :)))

27 Ocak 2009

YAŞAMLA ÖLÜM ARASINDA…

Genç havacı teğmen mesleğinin ilk yıllarında görev yaptığı askeri üsten uçağı ile havalandı…Rutin uçuşlarından biriydi bu ve her şey yolundaydı.Karadeniz semalarına geldiğinde uçağın göstergelerinde bir tuhaflık olduğunu anladı.Dakikaların hatta saniyelerin önemli olduğu bu anlarda el çabukluğu ile yapılması gereken ne varsa yaptı ancak uçak hızla irtifa kaybediyordu.Yapılacak tek bir şey kalmıştı uçuş koltuğunu fırlatmak…Fırlattı kendini, neler olacağını düşünmeden o an saniyeler saat gibi geldi belkide…Oldukça hızlı bir şekilde düşüşe geçti ve en sonunda Karadeniz’in derin ve karanlık sularında buldu kendini …Geçirdiği şok ve çarpmanın sert etkisiyle önce bir süre kendine gelemedi. Su bir hayli soğuktu.”Umarım yerimi tesbit ederler “ diye düşündü durdu hep…Bu arada zaman mevhumunu kaybetmemek için kolundaki saatin emniyetini almak istedi.İçine su girmesin !!! diye kolundan çıkardı ve üst cebine koydu.Bu hareketi yaptı ama vücudunun nerdeyse tamamının suda olduğunu ve soğuktan artık hissetmediğinin farkına varmadan…
Denizin içindeki bekleyişi devam ederken etrafına bakındı.Bir süre sonra suda pembemsi bir şeyin kendisine doğru gelip gittiğini fark etti.Ne olduğunu anlayamadığı şeye karşı kendini korumak için,uçuş tulumunun yan cebinden bıçağını çıkardı ve kısa bir süre sonra bıçağı suya doğru gelişi güzel salladı.Biraz durdu ve bir daha aynı hareketi yaptı.Başarılı olamadığını anlayınca geriye doğru bir kulaç attı ve durdu.Tekrar etrafını konrol etmeye çalıştığında suyun içindeki şey hemen yanıbaşındaydı ani bir el hamlesiyle atıldı ve bir baktı yırtılan çorabından çıkmış ayak parmakları –postallarım çıkmış dedi kendi kendine ve sonradan anladı ki basınç değişiminin yanı sıra, metrelerce yükseklikten denize düşüş ve geçirdiği şokun etkisiyle (haklı olarak) algıda güçlük çekiyor…
Bu bekleyiş beşinci saate yaklaşırken karşıdan görünen balıkçı tekneleriyle tekrar hayata döndü…


****************************************************************
*1960’lı yıllarda yaşanmış bu olayı, birebir dinleyen babamın anlatımlarıyla aktarmaya çalıştım.

25 Ocak 2009

SIRADIŞI BİR İNŞAAT HİKAYESİ…

Bir rivayete göre diyerek başlıyacaktım yazıya yani ben öyle biliyordum ,son anda bakmak aklıma geldi Evliya Çelebi’nin naklettiği bir bilgiymiş bende kendi bildiklerimle harmanlayarak yazıyorum…
Süleymaniye Camisi yapılırken Mimar Sinan muhteşem eseri için öyle özen göstermişki en şiddetli depreme dayanıklı olsun ,hiçbir şekilde yıkılmasın diye temellerini iyi kazdırmış sırf kazılma işlemi üç sene sürmüş…
İnşaat süresi uzadıkça padişah sabırsızlanmış oysa bilememiş ince hesaplamaların,yazım –çizim ve geleceğe kalacak eserin mükemmel olması için zaman gerektiğini…Dile kolay tam yedi sene sürmüş Süleymaniye’nin yapımı…Zaman zaman saraydan kontrol için gelen Kanuni Sultan Süleyman işlerin yavaş gitmesinden şikayet eder dururmuş.İşte tam bu sırada İran Şahı inşaat yavaşladı diye sandıklar dolusu mücevher, bir de mektup yollamış.”Duyduğuma göre gücünüz yetmemiş cami yapımına “ diye …Çok kızmış sultan,hazine o zaman dolu memleket zaten zengin ama asıl sorun para değilmiş…Derhal emir vermiş--kendi paramızla yapacağımız camiye bir kuruş yabancı eli değemez al bunları kırdır diye vermiş sandıklar dolusu mücevheri Mimar Sinan’a ,tenezzül etmemiş yani padişah…Minarelerin yapıldığı zamana denk gelmiş.Büyük havanlarda dövülen mücevherler çimento harcına karıştırılmış.İşte güneş ışıkları vurduğunda Süleymaniye’nin minareleri bu yüzden pırıl pırıl parlarmış...

kynk.süleymaniye

21 Ocak 2009

NELER OLMUYOR ŞU HAYATTA...

Bu yaşanmış hikayeyi ilk okuduğumda resmen ürperdim bir haylide etkilendim.Şansızlık ya da kader nasıl adlandırırsanız…
Olay California’da büyük bir orman yangını çıkması ile başlıyor.Birkaç gün içinde kontrol altına alınan yangın sonrası hasar tespiti yapılırken bakılıyor ki bir dalgıç cesedi.Oksijen tüplü,paletli,şnorkeri ağzında dalgıç giysili bir adam.Yetkililer bir hayli şaşırıyor.Önce kimlik tesbiti yapılıyor sonra araştırma sonrası anlaşılıyor ki,dalgıç ormana yirmi kilometre uzaklıkta bir koyda dalış yapmış.Orman yangını çıkınca itfayeye ait uçaklar söz konusu koya giderek depolarına yangın söndürmek için tonlarca deniz suyu çekmişler.İşte bu su çekme esnasında o bölgede bulunan dalgıçda deniz suyuyla birlikte uçağın su deposuna çekilmiş gerisi malum gerçekten çok üzücü… :((



Kynk.baskent üniv.yayınları

12 Ocak 2009

BİR TARAFTAR ÖYKÜSÜ…

Babam ilkokul öğrencisi…Kendisini büyüten anneanne Müveddet, okul dönüşü düğüne gideceklerini söylüyor torununa.

Zamanında evlerine gelip giden ve Müveddet teyzesinin yaptığı çörekleri çok seven genç delikanlı ,tüm mahalleyi düğününde görmek istiyor.

Hummalı bir hazırlık başlıyor .İzmir- Konak’ta gerçekleşecek düğüne vaktinde ulaşıyorlar ve nihayet düğün başlıyor.İlerleyen saatlerde damat babamı sevmek için yanına çağırıyor ve kucağına oturtuyor.

— Sana bir soru soracağım ,söyle bakalım TAŞ ‘lık bir arazide mi? İçinde çalıların olduğu bir BAHÇE ‘de mi? Yoksa büyük bir SARAY ‘da mı yaşamak istersin ? Babam şaşırıyor tabi bu soru karşısında süreyi fazla uzatmadan hemen cevap veriyor.

—Tabiki büyük bir SARAY’da yaşamak isterim.

—Peki o zaman seçimini yaptın diyen Türk futbolunun büyük golcüsü damat Metin Oktay cebinden çıkardığı Galatasaray rozetini babamın yakasına takıyor…

****************************************************************
Futbol her daim popülerliğini sürdürecek bu kesin.Kimimiz fanatik,kimimiz sadece izleyici,kimimiz futbolun “f ‘sinden anlamaz ama genelde herkesin tuttuğu ya da sempatizanı olduğu bir takım var.Fakat bu işin ilk başlangıç noktasını hatırlayan pek azdır tahmin ediyorum…---yaaa benim dayım koyu Beşiktaşlıydı bende Beşiktaşlı oldum diyenler.—Babam beni doğuştan Fenerbahçeli yaptı diyenler …Öyle ya da böyle herkesin bu işle ilgili bir başlangıcı var.Bana göre babamın yaptığı başlangıç hem çok orijinal hem de çok anlamlı yazmak istedim içimden geldi… :)

Taraftar dört yaşındayken...

*(fotonun izinsiz kullanılmamasını rica ederim)
bknz.Metin OKTAY

09 Ocak 2009

BASKETBOL AŞKI...

Çocuk okuldan ağlayarak döndü ve yatağına kendini attı…Morali öyle bozuktu ki annesi telaşlandı ve sordu neler olduğunu.—Basketbol takım seçmeleri yapıldı boyumu kısa benide yaşca küçük buldular dedi çocuk.Annesi kucakladı oğlunu teselli etti ve dediki—asıl önemli olan senin ne kadar küçük olduğun değil içindeki basketbol aşkının ne kadar büyük olduğu…Bu sözlerin ardından çocuk gözyaşlarını sildi ve ilerleyen günlerde öyle çalıştı, azmetti ki bir yıl sonra tekrar seçmeler yapıldığında takıma girmeyi başardı…Sonrasını anlatmaya gerek duymuyorum çocuk öyle başarılı oldu ki sadece Amerika’da değil ,dünyaca tanınan basketbolcu Michael Jordan oldu…
Kynk.

08 Ocak 2009

MEKTUP...



22 Nisan 1923 ‘de yazılmış mektubu okuyorum..Bir gelinin kayınvalidesine hitaben hal hatır sorduğu,kendilerininde iyi olduğunu anlatan cümlelerle dolu.Aslında sıradan bir mektup sayılabilir ama yazan kişi bakımından kitaplara geçecek kadar önemli…Mektubun tamamını yazmıyacağım tabiki fakat öyle bir cümle var ki esas onda saklı…
Sadece ilk paragraf :

Sevgili Hanımanneciğim,
Salimen Pazar gecesi saat 21’de Lozan’a vasıl olduk.Polisler dizilmiş,otomobil bekliyordu.Paşa ve ben arabaya bindik.On dakika sonra Lozan Palas’a geldik.Her taraf elektriklerle süslenmiş adeta donanma gibi.Otelden içeri girdik,asansöre binip ikinci kata çıktık.Burada üç oda bizim.Biri yatakodası,biri Paşa’ya çalışma salonu,biri de misafir kabul yeri.Lozan’ın en mükemmel oteliymiş.Bir odanın geceliği on lira imiş.Demek ki üç oda bir gecede otuz lira ediyor.Kirayı hükümet verecekmiş.Biz yalnız yemek parasını vereceğiz.Lozan’a yaklaşınca trene gazeteciler gelmeye başladı.Paşa’yı da düşünce aldı.”Çetin iş nasıl olacak? Herkes zevk-ü sefasında! Bizim gibi milletin yükünü almamış” diyor.
Ve mektup böyle devam ediyor…
Mevhibe İnönü’nün kayınvalidesine yazdığı bu satırları okurken –Vayyy beee dedim.Türkiye Cumhuriyet’inin ikinci kurucu adamı şu an yaşadığımız vatan toprağının sınırlarını belirlemek üzere gittiği Lozan'da yemek parasını cebinden ödemiş…Bugünkü alınan harcırahları düşününce hayretler içinde kaldım…


mektup kynk:başkent üniv.yayınları
bknz.Lozan Antlaşması

02 Ocak 2009

BİR KÖPRÜ NASIL YAPILDI?

“Bir mühendislik yapısı hesaplanırken , kullandığınız hesap makinasındaki en ufak hatanın bedeli gelecekte ağır olur.Hesabı mümkünse tekrar tekrar yapın” derdi Remzi hocam…

Sınıfta deneme amaçlı yaparken “Hadi bakalım soruyu çözün, kimin barajı çökecek?” dediğinde de ilk başta oyun gibi gelirdi sonrasında sınav kağıdındaki sonuçlar ilk tokadını attı tabi bana…:)

Neyse okul bitti hemen arkasından 99 depremi oldu ve herkes yüzleşti kendisiyle…Kim evini dış mozaiklerine bakarak almıştı ? Kim malzemeden çalmış ya da hesabı yanlış yapmıştı? Sorumluluk büyüktü insan hayatı her şeyden önemli olmalıydı…

Aslında bunları yaparken bir nevi mesleki terbiye vermeye çalışıyordu hoca.Şimdi daha iyi anlıyorum.Hesaplamaların yanı sıra kendine güven ve cesaret olmalıydı bunun en güzel örneği olarakta Brooklyn Köprüsü’nü anlatırdı…

Görmeyi çok isterdim tabi, görenler şanslıdır mühendislik harikası diye kitaplara geçmiş bu köprüyü…İşte bu yapıyı özel kılan hikayeyide anlatıldığı şekliyle yazıyorum…

İlk etapta yapımı imkansız kabul edilen köprüyle ilgili , kabiliyetine güvenen bir mühendis projesini sunmuş fakat kimseyi ikna edememiş.Gerçekleşmesini istediği bu rüyası için kendi gibi mühendis olan oğlunuda yanına alarak başlamış kredi aramaya…

Azimle aradıkları krediyide bulunca köprü yapımına başlamış.Bu şey gibi olmuş hani Kadir İnanır’ın “Köprü” diye bir filmi vardı akrabaları köprüyü yapmasın diye adama olmadık eziyetler yapmışlardı o geldi aklıma, neyse bir süre sonra köprü yapımı alanında olan kaza sonucu mühendis ölünce ,işler oğluna kalmış fakat o da ne yazık ki yine köprüde geçirdiği kaza sonucu beyni zedelenerek felç olmuş.Artık yürüyemez,konuşamaz olunca herkes bu işe bitti, bu köprüyü yapacak bir tek kişi vardı o da gitti gözüyle baksada bilinci açık olan adam oynatabildiği tek parmağı sayesinde eşiyle iletişime geçmiş.Bir süre sonrada kurduğu bu iletişim sayesinde eşi ve diğer mühendislerin yardımıyla 13 yılda köprünün bitirilmesini sağlamış…

Dile kolay 13 yıl ve bu işi bitirmek için azmeden inançlı bir adam…

Söylenecek birşey kaldımı ???

*hikaye ilgimi çekti derseniz detay…
wikipedia


1

29 Aralık 2008

BAZEN DOSTLUKLAR HAYAT BİLE KURTARIR...

Babaannem sağ olmasına rağmen babamı anneannesi (Müveddet )büyütmüş…
İzmir Eşrefpaşa’da  Kurtuluş Savaşı hikayelerinin  anlatıldığı diğer yandan 10 Kasım’larda Ata’nın ruhuna mevlütlerin okunduğu evlerden oluşan bir mahallede büyütmüş torununu.Bu onun hikayesi…
Müveddet 1894 Limni doğumlu. Katip bir babanın en büyük kızı .1911 yılında Limni Yunanlılara devredilince ada Türkler tarafından boşaltılıyor ailece Foça üzerinden İzmir’e geliyorlar.Yeni bir hayatın başlangıcı ilk etapta kolay olmuyor anne Fitnat çocuklar Müveddet(17),Ahmet(12) ,Şükriye(3) ve baba Ahmet Efendi vilayette memur olarak işe başlıyor…
Mayıs 1919 ‘da  İzmir’i de isteyen Yunanlı burayı da işgal ediyor.Herkes üzgün, korku içinde sadece kadınların ve çocukların kaldığı erkeklerinse cepheye gittiği bir şehir…
Günlerden bir gün Müveddet Konak meydanında kontrol sırasında Limni’de aynı mahallede koşup ,oyun oynadığı çocukluk arkadaşı “Kosta” ile karşılaşıyor.Genç subay arkadaşı Müveddet’i görünce bir hayli sevinsede bunu etrafa belli etmemeye çalışıyor.O günden sonra belli zamanlarda görüşmeye başlıyorlar.Bu arada Yunan baskısı o kadar artmış ki halk eski padişahlık yönetimini resmen özlüyor…

Kosta her karşılaşmalarında
–Bu gece arama olucak…
--Bugün falanca yere gitmeyin !!!
--O gün evden dışarı çıkmayın !!!… şeklinde uyarılarda bulunuyor..
İzmir’in işgali süresince (1919-1922) yani üç sene boyunca Kosta çocukluk arkadaşının aleyhine gelişebilecek durumları önceden haber veriyor böylece tecavüz,eziyet ve baskılardan arkadaşını , dolayısıyle ailesini koruyor.Bu arada kulaktan kulağa cepheden Atatürk’ün Samsun’dan başlattığı ilk kurtuluş hareketlerinin haberleri geliyor.9 Eylül 1922 tarihine kadar devam eden işgal Yunanlıların kaçmasıyla son buluyor tabii birçok kişiyide katlederek gidiyorlar …Müveddet bir daha Kosta’yı göremiyor ama hayatı boyunca onun yardımlarınıda unutmuyor …

* Ailenin en küçüğü Şükriye Teyze 92 yaşında öldü.Adnan Menderes hükümeti zamanında çıkarılan kanuna göre Osmanlı döneminde memur kişilere verilen emeklilik hakkıyla 2000 yılına kadar babasının hizmetlerinden dolayı maaşını almaya devam etti…


Hikayenin sahibi Müveddet.(foto'nun izinsiz kullanılmamasını rica ederim.)

1

26 Aralık 2008

AYAKKABI...


Birinci Dünya Savaşını bittiğinde, iki Alman kardeş Adolph ve Rudolph küçük bir atölye kurup başlamışlar çalışmaya.

Öyle güzel ayakkabılar yapmışlar ki kasabalarındaki insanlar onların yaptığı ayakkabılardan almak için yarışmışlar.
Bu beğeniyle onlar işlerini geliştirmiş, ilerleyen zaman içinde o küçücük atölyeden fabrikaya hatta fabrikalara geçmişler.

Bu sefer İkinci Dünya Savaşı başlayınca işleri bozulmuş, fabrikaları kapanmış.

Savaşın ardından hırsla kaldıkları yerden devam kararı almışlar ve tekrar eski günlerine dönüş yapmışlar.
Ancak eskisinden farklı olarak sürekli fikir ayrılığı yaşayıp kavga etmeye başlayınca Adolph demiş ki – Bu böyle olmuyor, ayrılalım ben kendi işimi kurayım.


Rudolph –Olmaz demiş.Biz başarıyı birlikte yakalıyoruz bu ikimizinde sonu olur..Bunun üzerine Adolph cevap vermiş. -Bunu ikimizde bilemeyiz,belki ayrılırsak ikimizde daha başarılı oluruz.Sende görüyorsun eskisi gibi huzurlu çalışamıyoruz.Herkes kendi yoluna gitsin.

Rudolph ısrar etmiş ama ne fayda Adolph kendi fabrikasını kurmuş veee söylediklerinde haklı çıkmış.

Adolph’un kurduğu “Adidas” ile Rudolph’un kurduğu “Puma” dünyaca ünlü markalar olmuş…

kynk: .teknikportal.com

20 Aralık 2008

SADECE ONA...

Koca bir ömre neler sığdırdı? Biz kaçını biliyoruz? Bu anıyı geçen gün ilk defa okudum.
Bilenler için bir daha,bilmeyenlere ilk olsun düşüncesiyle...
" Atatürk, Mersin’e yaptığı gezilerin birinde, şehirde gördüğü büyük binaları işaret ederek sormuş:

-Bu köşk kimin?
-Kirkor’un...
-Ya şu koca bina?
-Yargo’nun...
-Ya şu?
-Salomon’un... Atatürk biraz sinirlenerek sormuş:
-Onlar bu binaları yaparken siz nerdeydiniz? Topluluğun arkasında yaşlı bir adamın sesi duyulmuş
Biz mi neredeydik? Biz Yemen’de, Tuna Boyları’nda, Balkanlar’da, Arnavutluk Dağlarında, Kafkaslar’da, Çanakkale’de, Sakarya’da savaşıyorduk paşam...
Atatürk bu anısını anlatırken: -Hayatımda boyunca cevap veremediğim tek kişi bu ak sakallı ihtiyar olmuştur, diye anlatıp durmuş…"
kynk: sakaryarehberim.com

********************************************************

sevgili arkadaşlarım, daha önce yazdımmı bilmiyorum bana göre düşünceler ya da fikirler kimsenin tekelinde değil.Burada asıl önemli olan bilgi paylaşımı,üçüncü bir göz olabilmek birbirimize .Hepimizin bir tarzı var bu da benim tarzım...Ben okuduğum ilginç şeyleri paylaşmayı seviyorum.bana göre blog sadece eğlence aracı değil,aynı zamanda bilgilenme aracı olmalı.Bir bloğu ziyaret edip çıktığınızda oradan hangi bilgi ya da duygu ve düşüncelerle ayrıldığınız önemli benim için.Tabularımda yok şu yaşta,şu tarzda blog ziyaret ederim diye.Vaktim olduğu ,beğendiğim sürece sorun yok bence.Şimdi bunu niye yazdım diye düşünenler olabilir.Bu ve benzeri yazıları ben karşılaştıkça yayınlamaya devam edeceğim.Biraz önce rahatsızlık verdiğim arkadaş gibi şu an kendini rahatsız hisseden varsa şimdiden buyursun lütfen!!!

" Herkesin istediğini yapabileceği bir yerde, hiç kimse istediğini yapamaz."Roosevelt

16 Aralık 2008

BEYİN GÜREŞİ...

İngiliz yazar George Bernard Shaw ile dönemin Başbakanı Winston Churchill birbirlerine zekice takılmaktan çok hoşlanırlardı. George Bernard Shaw yazdığı bir piyesin ilk gecesi için, Churchill'e bir davetiye gönderdi ve içine küçük bir not düştü: "Size iki kişilik bir davetiye gönderiyorum.Oyunuma bir dostunuzu da getirebilirsiniz, tabii eğer varsa..."

Churchill'in davetiyeyi alınca bu iğnelemenin altında kalmamak için Bernard Shaw'a cevaben bir notla karşılık verdi : "Başka yere sözüm olduğu için oyununuzun ilk gecesine gelemiyorum. Piyesin ikinci gecesine gelmek isterim, tabii oyununuz ikinci gün de oynayabilirse..."


kaynak:başkent üniv.yayınları

13 Aralık 2008

İŞ İŞTEN GEÇMİŞTİR ARTIK...

Cici kız bugünlerde evdeki telefonlarla pek bir haşır neşir…Aloooo demeyi öğrendi…Gerçi onun söyleyişiyle –Aluuvvvvv gibi bişi çıkıyor ,o bunu söyledikçe gülüyorum...Bir aşkın eseri olan “Alooo” sözcüğü şimdi benim kızımın dilinde ilginç geldi işte nerden nereye …Günlük hayatımızdaki olaylar aynı zamanda anlatabileceğimiz şeylere zemin hazırlıyor fikir veriyor.Bugünkü yazının fikrinide cici kız verdi işte...:))
“Cahillikler Kitabında” okumuştum kafamdaki ilk yorum rekabet ve kazanma hırsı her dönem aynıymış oldu … Graham telefonu icat etmiş etmesine ama
Amerikalı Elisha Gray aslında Alexander Graham Bell ‘den çok önce telefonla ilgili çalışmalarına başlamış.Hatta ikiside deneyler için aynı binanın laboratuvarlarını kullanmışlar.İlerleyen günlerde Elisha Gray durumdan haberdar olmuş patentini almak üzere başvuruda bulunmuş ve diger başvuru kagitlarinin arasinda sirasini beklemeye başlamış...Fakat çok kısa bir süre sonra geçirdiği kaza sonucu yanınca uzun süre yatmak zorunda kalmış…Bu dönemde patent için gerekli parayıda yatıramamış..Aynı günlerde Graham Bell ‘de patent almak için başvurmuş hemen kayitlara gecirilmesini ve incelenmesini istemiş.. Isteği onaylanmış...Böylece Graham Bell telefonun mucidi olarak tarih kitaplarina gecmiş...Sonrasında Elisha Gray bu duruma itiraz etsede mahkemeler bunu dikkate almamış..Zaten bir süre sonra rahatsızlığı ilerleyen Elisha Gray ölmüş….Bununla ilgili bir ilginç nokta daha varki daha sonra başka mucitler ve rakipler tarafından Graham Bell’ e davalar açılmış..
Kısacası öyle ya da böyle insanlık yararına şu an elimiz ayağımız ilk kim bulduysa Allah ondan razı olsun…Ne diyelim?1

10 Aralık 2008

İLGİNÇ BİR MARKA ÖYKÜSÜ ...

Canım babam çok hoşsohbet biridir.Onunla sohbetler hem çok zevklidir hemde bilgilendirici olur.
Müthiş coğrafya bilgisine rağmen hala elinde atlaslarla gezer.
Biz nereye atlas,harita vs. oraya…


Geçtiğimiz günlerde bir konuşmamızda ilgimi çeken bir konudan bahsetti.


Hindistan’ın İngiliz sömürgesinde olduğu dönemde burada yaşayan İngilizler uzun yıllar inci ticareti yapmışlar.
Köle niyetiyle tuttukları Hintlileri -o gün için rakamı atıyorum- 25 köleyi alıp teknelerle denize açılıp bellerine bağladıkları su kabaklarıyla inci çıkarmak için denize bırakıyorlarmış.


Köle işçiler sabahtan akşama kadar suya dalıp çıkma suretiyle topladıkları istiridyeleri biriktirip kendisini almaya gelecek tekneleri başlıyorlarmış beklemeye …


Tabi o zamana kadar bir köpekbalığına yem olmaz ya da vurgun yemezlerse.İşte bu inci işinden zengin olan İngiliz asilzade biriktirdiği para ile petrol işine girmiş sonrada benzin istasyonu filosu kurmaya karar vermiş .
Veeee demişki –ben bu işi denizden,istiridye kabuklarından çıkan inciler sayesinde kurdum.Logosu istiridye kabuğu adı da “Shell “ olsun.


1
İngilizcede Shell...

04 Aralık 2008

ÇANAKKALE SAVAŞINDA ASKERLERİMİZİN YEMEK LİSTESİ...

43. ALAY 1. Piyade Taburu . 1. bölük yemek listesi


GÜN ...........SABAH.........ÖĞLEN .......AKŞAM .........EKMEK
15 Haziran.. üzüm hoşafı ....yok ...yağlı buğday çorbası ...tam
26 Haziran ..... yok............yok ......üzüm hoşafı ......tam
18 Temmuz....üzüm hoşafı ....yok ......yok ..............yarım
8 Ağustos ....Yarım ekmek ....yok.....şekersiz üzüm hoşafı....yok

Not: 21 Temmuz 1917'den itibaren başlayarak ordu emriyle ekmek istihkakı 500 grama indirilmiştir çünkü un ve ekmek kalmamıştır.

AÇLIK VE YOKSULLUK OLABİLİR AMA İMAN VE İNANÇ TÜRK EVLADININ AŞI, ZENGİNLİGİ VE GALİBİYETİNİN TEMELİDİR.
kaynak: hukuki.net
********************************************************************
Belki görenler vardır ama ben daha önce görmemiştim...İlk bakışta şöyle bir duraksadım...Bu kadar fedakarlıktan sonra ,şu anki durumumuz çok düşündürücü değilmi???

********************************************************************

ek : tarih konusundaki çelişkilerden ötürü bazı kaynaklar bu listenin Kars- Sarıkamış 9.piyade tümen komt. ait olduğunu yazmaktadır.

22 Kasım 2008

REKORLARLA EVLİLİK...

Okurken çok şaşırdım :O
Dünyanın en çok birbiriyle nikahlanan çiftleri Ralph - Patsy Martin ile Richard-Carole Roble isimli çiftleriymiş.Her iki çift birbirleriyle tam 51 kez evlenmiş (bu kadar zorları neyse anlamadım) Her nikah törenini başka bir kentte yapmışlar…

Okurken çok güldüm .:)))
Dünyanın en çok yasadışı biçimde evlenen erkeği Giovanni Vigliotta ve Nikolai Peruskov takma adlarını kullanan Fred Jipp’miş.Bu adam 32 yıl boyunca ABD’nin 27 eyaletinde ve 14 ülkede toplam 104 evlilik yapmış.1968 yılında bir gemi yolculuğuna birbirinden haberi olmayan 4 eşinide yanına alarak çıkmış..

Okurken “Allah sabır vermiş” dedim..
Dünyanın en uzun nişanlı kalan çifti Meksikalı Octavio Guillen ve Adriana Martinez’miş 67 yıl nişanlı kalan çift evlendiklerinde 82 yaşındalarmış…

Okurken “demekki sadece ülkemizde olmuyormuş” dedim
En genç evli çift tabii bu rekorlar kitabına geçen kayıt Bangladeş’te 20 yıllık kan davası sonlansın diye resmi nikahla evlendirilen 11 aylık erkek ile 3 aylık bir kız çocuğuymuş..

Bunuda okurken ilginç geldi…
En yaşlı boşanan çifti Simon-Ida Stern çifti boşandıklarında adam 97, kadın 91 yaşındaymış..Keşke bu kadar beklemeselerdi…

Şimdi evlilik enteresan birşey bekarlar henüz anlayamaz ne demek istediğimi yaşamaları lazım…Biraz şans, biraz doğru karar, eeee tabi doğru insanla karşılaşma…Kimse tam anlamıyla çözememişken bu denklemi ne kadar yazsakta,konuşsakta boş…
Kimbilir ” dünyanın en”…lerine sahip bu insanlar yaşarken ne yaptılar,ne düşündüler???
kaynak:başkent üniv.kültür yayınları1

24 Ekim 2008

BİR KAHRAMANLIK ÖYKÜSÜ...

1974 Kıbrıs Barıs Harekatı zamanında bir Türk tankının Beşparmak dağlarının zirvesine kadar tırmanıp orada kaldığından bahsedilir. Resmini görmeyenler hep onun bir savaş efsanesi olduğunu sanır. Ama bu gerçektir ve bir de hikayesi vardır; Girne Beşparmak dağlarının üzerinde bu savaştan kalma, Türk Ordusu'nun tankı hâlâ hayretle seyredilmektedir. Dünya savaş tarihinin ibret dolu bir tablosudur bu.Bu tankı buraya çıkaran, onbaşı Gürler ERDAĞ, Er Abdulkadir KURT, Er Recep Doğan YİĞİT'tir.
"Birliğin komutanı, tankın sürücüsü kahraman askere;

- Evladım bu tankı buraya nasıl çıkardın? diye sorunca. Asker;

- Komutanım, o anda gözlerimin önünde engelsiz dümdüz bir yol göründü. Rumlar kaçıyordu, ateş ede ede buraya öyle çıktım.Komutan mehmetçiğe emreder.

- Tankı indir.Er cevap verir.

- O yolu görmeden nasıl indireyim komutanım.

Tank hâlâ o dağın zirvesinde durmaktadır. Dünya durdukça da duracaktır. Bu bir destandır. Dilden dile, gönülden gönüle ulaştırılacak bir destandır…


Kaynak:Kuzey Kıbrıs Şükran Dergisi - Enformasyon Dairesi.20 Temmuz 1974 Şafak Vakti Kıbrısta - MesutGünsey.

23 Ekim 2008

HERŞEYDE BİR HAYIR VARDIR...

Yıllar önce İskoçya’da yaşayan dokuz çocuklu Clark ailesinin bir rüyası vardı.Amerika’ya gitmek ve orda yaşamak.Bunun için plan yaptılar,para biriktirmeye başladılar.Yeterli parayı biriktirmek yıllar sürdü ama sonunda bunu başardılar.
Pasaportlarını aldılar ve yolcu gemisinde yerleri ayrıldı.Bütün aile sabırsızlıkla o günü beklemeye başladı.Fakat yolculuğa bir hafta kala en küçük oğullarını köpek ısırdı.Doktor yarayı dikti,pansumanlarını yaptı ama hiç ummadıkları şekilde kapılarının üzerine sarı bir kağıt yapıştırdı.
Kuduz ihtimaline karşı bütün aile iki hafta karantinaya alınmıştı.

Bütün hayaller suya düşmüştü.Amerika’ya gidemiyeceklerdi.Kendilerinin binemediği gemi şehirden ayrılırken ümitsizlik ve kızgınlıkla dolu baba gözyaşları döktü,içinden hem oğlunu ısıran köpeğe,hemde kadere lanetler yağdırdı…
Beş gün sonra İskoçya’da trajik bir haber yayıldı.Bilet aldıkları,ama binemedikleri gemi batmıştı.Hiç batmayacağı düşünülen Titanik isimli gemi batmış,yüzlerce kişi ölmüştü.Clark ailesi,bir köpek çocuklarını ısırmasaydı bu gemiye binmiş ,belkide okyanusun dondurucu sularında boğulmuş olacaktı.


Bay Clark haberi duyunca ,oğlunu bağrına bastı ve ailenin kurtulmasına vesile olduğu için teşekkür etti.Önceleri trajedi gibi görünen bu olaydan sonra yüzlerce kez şükretti.



kynk: myzurna.com

09 Haziran 2008

GEÇMİŞE DÖNÜŞ...

Eşimin berberinin 7 yaşında bir kızı varmış.Evde boş kaldığı vakit babasının eski kasetlerini teybe koyup dinliyormuş...

Bu öyle bir hal almış ki 7 yaşındaki çocuk babasının yıllar öncesinde hayranlıkla dinlediği İlhan İrem'in fanatik bir hayranı olmuş...

Başlamış babasına sormaya -Baba İlhan İrem şimdi nerde ?? Niye artık kaset çıkarmıyor??Neden televizyona çıkmıyor??Babası cevap vermiş --Belkide artık televizyonlara çıkmayı saçma buluyordur.

Ekranlardaki saçmalıkları izledikçe müzik yapmakta içinden gelmiyordur diye...

Bu arada küçük kız İlhan İrem'in konser vereceğini duymuş.Koşmuş babasına baba ne olur bilet alalım diye..

Sonunda muradına ermiş konsere gidip kendisini yakından görme fırsatı bulmuş.Bu olayı geçen ay eşim anlattığında kendi kendime tebessüm ettim...

Evet bir zamanlar İlhan İrem vardı şimdi nerelerde acaba ??dedim bu yaşta fanatik bir hayranı olduğunu bilse ne yapar ne düşünür?

Sonra kafamdan 80'li yıllarda kimler vardı diye düşündüm??Ben 74 doğumluyum daha küçükler belki hatırlamaz...

Tek kanallı televizyonların olduğu dönemde kimler vardı??Mesela Coşkun Evcim Dans Grubu vardı...
Gerçi genç yaşta rahmetli oldu kendisi.Sonra onun kızkardeşi lastik kız Yasemin Evcim ??Çiçek Abbas'tan hatırlayanınız varsa Pembe mutlu vardı ona ne oldu?? Şimdi nerde?? Melike Zobu?? Yada Burçin Oraloğlu?? Sonra bu düşüncelerim dahada büyüdü büyüdü...
Adile Naşit'in "uykudan önce" programı geldi aklıma saat 8'de izleyip yatağa öyle giderdi kardeşimm...
Cenk Koray'ın --kutunuzu açıyorum yarışma programı belkide televizyonda yarışma anlamında ilk izlediğimiz programdı...Sonra çizgi flim WOLTRAN..."Güççç bende artıkkkk" diyen He-Man...80'li yılların sonlarına doğru Levis 501 kot çılgınlığıı...Dallas'ta herkesin gözü çıksın diye beddua ettiği Ceyar..Yaa acaba böyle bir arabam olsa neler yaparım dediğimiz "kara şimşek Kit"...Ömürde böyle çile çektiği görülmeyen "Köle İsaura"...
Anket defterlerimizi süsleyen Modern Talking ,Samantha Fox ,George Michael,Duran Duran ... bir reklam daha geldi şimdi aklıma Lee Cooper reklamı ..Uvaaa Uvaaa...diye bağıran bir grup.
Okul kantininden yada bakkaldan aldığımız leblebi tozu ne garip bişidiii...yada içinden karikatür çıkan penbo sakızlar..Ha birde Mabel en favori olanı oydu benim için ..
Yalnız hep içimi karartan ve günlerden pazar olduğunu hatırlatan tek program vardıki rahmetli Hikmet Şimşek yönetiminde "Pazar Konseri" nedendir bilmem o program çıkınca televizyonu kapatma isteği ve ödevlerime doğru yöneliğim günleri hatırlıyorum şimdi.
Zaman su gibi akıp geçiyor bellimi olur belki yıllar sonra bir bakmışım yıl 2028'i yazıyor olurum... Coşkun Evcim ve Dans Grubu


Melike Zobu

Burçin Oraloğlu


1