YAŞANMIŞ HİKAYELER... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞANMIŞ HİKAYELER... etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

04 Ağustos 2009

FARKLI BİR YÜZÜK…


1915 Çanakkale savaşında yaralananlar tedavi için İstanbul’daki hastanelere gönderildiğinde hemşire ve hastabakıcı yetersizliğinden İstanbul’daki tüm ailelere haber gönderildi…

”Biz bugünler için varız” diyen binlerce gönüllü Türk kadını günler ve geceler boyu bitkin düştüler ama yaralılardan ilgi ve şevkatlerini esirgemediler üstelik evlerinden getirdikleri yardım malzemeleriyle… 

Devletin ileri gelenleri bunca emek karşılığında bir şeyler vermek istediler yokluk olmasına rağmen.Fakat ne yaptılarsa kabul ettiremediler. Yine de bu fedakarlık karşılıksız kalmamalıydı...

Esir İngiliz askerlerine ait tüfeklerin namlularını keserek yüzük yaptılar,üzerinde "Yadigar-ı Cihadiye " yazılı bu yüzükler emeği geçenlere dağıtıldı…

01 Ağustos 2009

NEDEN “PİSİ PİSİNE NİYAZİ” ?

Anneanne Müveddet’in evi ile ilgili tapu işlemleri bugünlerde ailemizin gündeminde.
Amcalarım ve babam tapu devrini alabilmek için koşuşturmakta.
Bahane bu ya sık sık bir araya gelen kardeşler bütün bir senenin acısını sohbetlerle çıkartmakta.

Söz uzadı döndü dolaştı babaannemin dedesi Ahmet Efendiye kadar geldi…

Anneannem bana anlatmıştı dedi en büyük amcam "babası Ahmet Efendiyle Resneli Niyazi’nin tanışmalarını..."

Anlattılar,anlattılar.Vâkıf olamadım dayanamadım sordum
– Resneli Niyazi kim amca ?
-- Niyazi hani derler ya “Pisi pisine Niyazi” işte o…


İttihat ve Terakki üyesi yani padişahlık yönetimine karşı çıkmış JönTürk’lerden biri,Makedonya’nın Resne kasabasında doğduğu için “Resneli” diye anılmakta.


Türk Yunan harbinde başarılar gösteren halk kahramanlarından biri.

1913 yılında Arnavutluk’tan İstanbul’a gelmek üzereyken Avlonya limanında suikaste kurban gidiyor…
Ölüm şekli ve sebebinin karanlıkta kalması nedeniyle "Ne Şehittir Ne de Gazi, Pisi Pisine Gitti Niyazi" deyimiyle Türk lugatına girmiş kişi…” dedi.

26 Temmuz 2009

BİR YOLCU…

1998 yılının güneşli bir Mayıs ayında Lufthansa Havayolları’nın Dublin –Frankfurt seferini yapan uçakta yerini aldı Alman Klaus Schmidt (64) başına geleceklerden habersiz…


Sorunsuz bir şekilde kalkan uçak 3.500 metre yüksekteyken yolcu kendini kötü hissetmeye başladı.Göğsünde ağrı ve nefes almada zorluk çekiyordu…


Duruma hemen müdahale etmek isteyen hostes “Aranızda doktor var mı? “ diye sordu.Yolculardan yaklaşık 40 kişi ellerini kaldırdı.


Hostes bunun üzerine sorusunu değiştirdi.” Kalp doktoru olan varmı? “ yine 40 kişilik ekip el kaldırdı.Sonradan anlaşıldı ki İrlanda’nın başkenti Dublin’de düzenlenen Uluslararası Kardiyoloji konferansına katılan Alman doktorlar ülkelerine dönüyordu.
Yolcuya anında müdahale edildi ve Schmidt’in hayatı kurtuldu…

kynk.Sabah Gazetesi-Mayıs 1998
bknz.kardiyoloji

*******************************************************************
Kaç kişi bu kadar şanslı olabilir hayatta? :)) Finalinde yolcuyu kurtarmış gibi mutlu oldum...

29 Mayıs 2009

SÖYLEMEDİ DEMEYİN...

Dans, ilk defa Fransa’da yapılmaya başlamış.Kanuni Sultan Süleyman idaresindeki Osmanlı İmparatorluğunun toprakları Avrupa’nın ortalarına kadar gelmiş. Fransa ile sınır komşusu… İşte tam o dönemde dansın ne olduğunu öğrenen Kanuni Sultan Süleyman tasvip etmediği bu olay karşısında hemen harekete geçer ve Fransa Kralı François’e bir mektup yazar…
“Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han’ım Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım.
Hemhudut olmaklığımız dolayısıyle, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla gelip men’e muktedirim!”

Rivayet o ki; Kanuni’nin bu mektubundan sonra Fransa’da yüz sene dans yapılmamıştır.

*Acaba yazının başlığını "Bir Türk'ün Ricası" olarak değiştirsem mi? :)

23 Mayıs 2009

YAMYAM…

Saat 00.30 ‘u gösterirken çalan telefonla bir an irkildi.Tahmini doğru çıktı… Uçuş için acil görev emri gelmişti.Gerekli malzemelerini hazırlayıp brifing için toplantı salonuna geldi.Her zamankinden kısa sürdü, nelerin yapılacağı tüm ekibe anlatıldıktan sonra yola çıkma vakti gelmişti…

Bölgede zaten tansiyon yüksekti ve alınan Barış Harekatı kararı kimse için sürpriz olmadı.Rumlar Türkler için hoparlörlerden “Bekledim de gelmedin “ şarkısını hergün dalga geçerek çalarken,yapılan tüm tahriklerin artık sonuna gelinmişti...

Görev dağılımı dahilinde 19 Temmuz 1974’de Girne’nin batısındaki Pladini bölgesine karadan ulaştılar.Aksilik bu ya görev için kendisine verilen telsiz arızalandı.Mobil telsizde yanlarında yoktu.3 pilot yanlarındaki kara birlikleriyle tek telsizi kullanmak zorunda kaldı.Çıkarma devam ederken dağlardan açılan düşman ateşi bir süre planları yavaşlattı…

Harekatın 2. günü saatler geceyarısını gösterirken hava birliklerine karadan destek vermek için tüm hazırlıklar yapıldı.Düşman mevzilerine oldukça yakın bir yerde iken bir Türk jeti taarruzu başladı.

--Kahretsin! dedi burada olduğumuzu bildirmezsek eğer , bu bizimde sonumuz olur…Telsiz tam bozulacak zamanı buldun!!!

Ellerinde çalışan tek telsizle Anamur radarına ve hava trafiğini sağlayan arkadaşına durumu anlatmaya çalıştı.Bulundukları yerin koordinatlarını verdi ancak hava trafik doğal olarak kendisine parola sordu. --Demir !!! parola demir !!! dedi ancak iyi Türkçe bilen Rumlar parolayı kısa sürede öğrenmiş ve parola geçerliliğini kaybetmişti…

Hava trafikteki arkadaşıda sesini tanımamış, parolayıda kabul etmemişti…Havadan taarruz devam edecekken tekrar sarıldı telsize –ben Yamyam duyuyormusun? ben Yamyam…diyebildi.Pilot taarruzu hemen kesti çünkü o lakabı pilot arkadaşları kendisine takmıştı…

******************************************************************
Sene 2005 heyecanlıyım çünkü hikayenin kahramanı “Yamyam” ofisimize ziyarete gelicek…


Kıbrıslı gazeteci Mehmet Remzi Gökhan’ın yazdığı “Kıbrıs Barış Harekatı’nda İlginç Olaylar “ kitabındaki bu ve diğer anıları zevkle okuduğumdan bahsediyorum kendisine…

--Peki dedim.Neden size bu lakabı taktılar? “O bir espiri ile başladı çok esmer olduğum için beni bu isimle çağırıyorlardı.Lakabım o gün hayatımızı kurtardı “diye cevap verdi…

16 Mayıs 2009

“OSCAR” ÖDÜLLERİ ADINI NEREDEN ALDI?

1920 yılının başlarında Hollywood en parlak günlerini yaşarken,bir yandan da sesli sinemaya geçişin sancılarını hissediyordu.O güne kadar sinemacıların ve bu işe gönül verenlerin haklarını savunucu resmi bir kuruluşun olmaması günden güne sorunların artmasına neden oluyordu.1927 yılına kadar bu şekilde çalışmalarına devam eden sinemacılar toplanarak yapımcılar,senaryo yazarları,yönetmen ve oyunculardan oluşan 36 kişilik bir yemek düzenledi.Bu yemekte alınan kararlardan yola çıkarakta yedi kişiden oluşan bir kurul ile “Sinema Sanat ve Bilimleri Akademi”sini kurdular.Bu kurul akademiyi daha önemli kılmak adına her sene ödül töreni düzenlemeye karar verdi.Ödüller “Academy Award of Merit” adıyla verilmeye başlandı.1931 yılına kadar bu isimle verilen ödüller, rivayet o ki akademi sekreterinin o meşhur heykelciği eline alıp -- Amcama ne kadar benziyor demesiyle değişti.İsmini sorduklarında “Oscar” yanıtını alan kurul bu ismi kısa ve özgün bulmuş olacak ki o günden sonra ödülleri “Oscar Ödülleri” adı altında dağıtmaya başladı…
kynk.
kynk.

09 Mayıs 2009

SOYAĞACI…

İngiliz Ian Lewis , kökleri 17’nci yüzyıla dayanan aile soy ağacını çıkaracak,topladığı bilgiler ışığında kitap yayınlayacaktı…İşin başlangıcında belki kendisi bile bu kadar zaman harcayacağını tahmin edemedi.Tam 30 yıl boyunca tüm Britanya’yı dolaştı ve yaklaşık 2 bin akrabasıyla yüz yüze görüştü.Büyük büyükdedelerinin savaş sonrası Rusya’dan nasıl kaçtıkları konusunda çok ilginç bilgiler elde etti.Kitabını tamamlamaya az bir zaman kalmıştı ki gerçekle yüz yüze geldi.Asıl adının David Thornton olduğunu ve bir aylıkken bu aileye evlatlık verildiğini öğrendi…
************************************************************
Okurken şaşırdım…Böyle bir sonuç beklemiyordum.Bundan 4 yıl önce aldığım teknoloji dergisinin hediyesi olan Soyağacı program CD’sini bilgisayarıma yüklediğimde,bende karar verdim aile soyağacımı çıkarmaya…Doğum günleri,yerleri derken aile fertlerimin her birinden bilgiler aldım.Önce şaşırdılar ne yapacağımı sordular.Anne tarafım daha kalabalık,baba tarafım ise öyle kalabalık bir aile değil ancak programa yüklediğim her bilgi sonrası liste uzadıkça uzadı…Aldığım bilgiler doğrultusunda dedemin ,babasına hatta dedemin dedesinin bilgilerine kadar ulaştım.1880’lere kadar ilerledim.Bunları yaparken internet ortamından da faydalandım…Bu arada dedemin babasının iki kere evlendiğini hatta kızkardeşi ile annelerinin farklı olduğunu öğrendim.Amcalarıma söylediğimde şaşırdılar.
Araştırmacı ruhumu maalesef dizginleyemedim, gülmeyin ama nüfus idaresinde yetkili olduğunu öğrendiğim bir arkadaşımın babasından randevu isteyip yanına gittim.Ne yapmak istediğimi anlattım.O da bana daha önce böyle bir istekle karşılamadığını,istese bile kayıtları çıkartmasının mümkün olmadığını söyledi.Soyadı kanunundan önce isimlerin atıyorum Veli oğlu “Ali Efendi “ şeklinde yazıldığını,çok eski arşiv kayıtlarının zaten nüfusa geçirilmediğini anlattı.İşte benim soyağacı projemde böylece yarım kaldı…


hikaye kynk.

07 Mayıs 2009

İSTANBUL’LU MACİT…

Son hazırlıklar tamamlanmak üzere…
Birlik ve beraberliğin en çok hissedilmesi gereken anlarda siperleri gezerek askerlerine güç vermek isteyen Mustafa Kemal,duvarlara iğnelenmiş kağıtlarda “Kuran’dan elle yazılmış ayetleri ve Allah’ın büyük isimlerini” gördü.
Bu yazıların askerlerine direnç ve moral verdiğini düşünürken yazıların bir tanesine gözü takıldı…Durdu uzun uzun inceledi…

--Bunu yazan kişiyi hemen bulun getirin dedi. Yazan kişi biraz sonra karşısındaydı…
--Buyrun komutanım ben İstanbul’lu Macit dedi.
--Sen hemen siperden çıkıyorsun !!!
yarın derhal terhisini verin bu bir emirdir dedi diğer askerlere...Ve Macit’in arkasından seslendi.

--Çık ve hemen İstanbul’a dön,güzel yazı yazmaya devam et.Senin yerine siperlere girecek binlerce gönüllü Mehmetçik var ama bu kadar güzel yazabilen sanatçıyı bu millet çok az bulur dedi.

* Kim bilebilirdiki ? demiyeceğim.Bir ulusun kurtarıcısı için bunu tahmin etmek hiç de zor olmadı.Çanakkale savaşında adı unutulan binlerce Mehmetçikten biri olacakken ,İstanbul’lu Macit Ayral son çağın ünlü hat ustalarından biri oldu…


kynk.
bknz.Hat Sanatı
, Macit Ayral ,Hat

10 Nisan 2009

GARİP BİR SOYGUN...


Herşeyi günler öncesinden ustalıkla planladı.”Bank of America” şubesini soyacaktı…

Banka şubesinin havale kağıtlarından birine “paraları çıkın ,yoksa ölürsünüz “ diye yazdı...Ama ne var ki o gün banka çok kalabalıktı.

Vezne kuyruğuna girdi ve beklemeye başladı.Aşırı heyecana,sabırsızlıkta eklenince sinirlendi ve aniden fikir değiştirip caddenin karşısındaki “Wells Fargo Bank”ı soymaya karar verdi.

Veznedeki görevli adama sert bir biçimde havale kadını uzattı.Kağıdı okuyan vezne görevlisi soğukkanlı bir biçimde “Şirket politikası gereği soygunlarda rakip bankanın belgelerini kabul etmediklerini” söyledi.Bunun üzerine soyguncu vakit kaybetmeden öteki bankaya döndü ve veznedeki kuyruğa tekrar girdi.

Polis geldiğinde hala sırasını bekliyordu.Soyguncunun yapmış olduğu bu davranış, konusunda uzman bilim adamlarının kayıtlarına geçti.Bilin bakalım ne diye? :)))

kynk.

03 Nisan 2009

PİTON…

İsrail’de sahne oyuncusu bayan Lilian üç metre boyundaki dev pitonu ile harika gösteriler yapıyordu.

Halkın gösterdiği ilgiden ve kazancından memnundu.

Pitona evinde gözü gibi bakan bu bayan, günün birinde yılana yem diye canlı bir fare verdi.
Gelgelelim fare öyle azılı çıktı ki pitonu ısırarak felç etti.
Bunu gören bayan Lilian derhal pitonu veterinere götürdü,yaşamını kurtardı belki ama yılan özellikle belkemiğinden çok kötü bir biçimde ısırıldığı için eskisi gibi hareket edemedi ve artık gösterilere katılamadı…

Büyükler ne demiş...“Gözünüze çok küçük gibi görünen bir şey, büyük olaylara imza atabilir” hatta ömür boyu iz bırakabilir.

Çok hoşuma gitti.Bütün Dünya dergisinde okuduğum bir hikaye idi.

29 Mart 2009

AYRINTILAR ÖNEMLİDİR...

Ünlü futbolcu eşini öldürmekle suçlandığında herkes şok olmuştu.Haber Amerikan televizyonlarında o kadar ilgi gördü ki mahkemeden canlı yayın yapabilmek için birbirleriyle resmen yarıştılar.Futbolcu sürekli suçsuz olduğunu kayıp olan eşinin nerede olduğunu bilmediğini tekrarladı durdu ancak bu sözleri tutuklanmasına engel olmadı…
Hemen araştırılıp kesenin ağzı açıldı ve ünlü bir avukat tutuldu…
Duruşma günü avukatı heyecanlı bir biçimde mahkeme salonundaki jüriyi ikna etmeye çalışıyordu.O ise avukatına sonsuz güveniyordu çünkü baktığı davaları hiç kaybetmemiş birine emanet etti kendisini...
–Sayın Jüri dedi avukat,müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum.Buna az sonra sizlerde inanacaksınız.Bakın şimdi ona kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen eşi mahkeme salonuna bu kapıdan girecek…1,2,3,4,5,6,7,8,9,10..???
Jüri üyelerinin gözleri kapıda…Sessizlik…İçeri giren kimse yok !!! Jüri üyeleri “hani” dercesine bakarken kurnaz avukat ,
--Bakın siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz,hepiniz onun içeri gireceğini düşünerek kapıya baktınız…İşte kararınızı verirken bunu unutmamanızı istiyorum ve müvekkilimin tahliyesini talep ediyorum…
Jüri kısa bir aradan sonra kararını açıkladı ve futbolcuyu suçlu buldu.Mahkeme çıkışında bayan jüri başkanına yaklaşan avukat sordu.
--Ona kadar saydığımda siz de diğer jüri üyeleri gibi kapıya baktınız.Peki neden böyle bir karar aldınız?
--Doğru,haklısınız. dedi jüri başkanı, “bende kapıya baktım ama…müvekkiliniz bakmıyordu.”

*******************************************************************
Bildiğim kadarıyla dava daha sonra temyize gitti ve futbolcu bir yıl sonra tahliye oldu…Ama huylu huyundan vazgeçmez onsekiz yıl sonra başka suçtan cezaevine girdi.Bir türk atasözü der ki “Aklınla gör, kalbinle işit. “ Gerçekler bazen önemsiz gibi görünen ayrıntılarda saklı olabiliyor.
kynk.

22 Mart 2009

İŞ VE EVLİLİK ...

Yaşanmış bir iş görüşmesi ve onun küçük ayrıntısı...


" Uluslararası bir nakliye firması yöneticisi,işe alınacak şoförlerle tek tek görüşüyordu.Başvuruda bulunan şoförlerden birine ,evli olup olmadığını sordu.Şoför önce durdu ve kafasını sallayarak şöyle yanıtladı.
”Ne demek istediğinizi çok iyi anlıyorum efendim,evli değilim ama…Emirleri harfi harfine yerine getirmeyi çok iyi biliyorum” :)

19 Mart 2009

O SADECE ZEKASINI KULLANDI…

Newyork plakalı lüks araç öğlen sıcağında emlakçının önünde durdu ve içinden orta yaşlarda şişmanca bir adam indi.


Yeni müşterisini sempatik bir şekilde karşılayan emlakçıyla tokalaşarak hemen konuya girdi.Satın almayı düşündüğü evi tarif etti.
Kasabanın girişinde eski binaya talipti.
--Eminmisiniz? O bina çok eski ,üstelik evsahibi yaşlı bayan kesinlikle pazarlık payı bırakmıyor. dedi emlakçı ve devam etti.


--750 bin dolar istiyor.Evet ev çok büyük ama bugüne kadar hiç tadilat görmemiş.Bodrum katı her sene su dolar.Kesinlikle bu paraya o evi satın alan olmaz.

Bayanın kentte yaşayan bir oğlu vardı.Beş yıl önce öldü.İlk zamanlar satmayı hiç düşünmedi.Belkide onun anılarıyla avunuyor o yüzden kimse satın almasın diye fiyatı bu kadar yüksek tutuyor.dedi.


--Genede konuşup fiyatta pazarlık yapmasını isteyebilirim ,bir şansımı deneyeyim dedi şişman adam ve eve doğru yola koyuldu.


Yaşlı bayan kapıyı açtığında kendini tanıttı.Evi almak istediğini söyleyince kadın” tek fiyat pazarlık yok “diye cevap verdi.

--Ama bu fiyat çok dediğinde kadın adama
--Lütfen zamanımı almayın diye sert çıktı.
--Ben bekar bir işadamıyım.Uzun yıllar çalıştım ,iyi bir servet yaptım şimdi dinlenmek için sakin bir yer arıyorum.Burası tam istediğim gibi bir yer izin verin anlaşalım dediğinde yaşlı kadın kapıyı gösterdi.



--Yeter daha fazla size zaman ayıramayacağım dediğinde şişman adam
--Peki tamam istediğiniz parayı vereceğim dedi ve elini uzattı.



Kadın o an uzun uzun adama baktı.—Eminmisiniz? Kafasını salladı adam 
--delilik ama bu evi istiyorum.

Kadın-- O zaman bunu bir limonata ile kutlayalım bu arada evi anlatırım dedi içeriye davet etti.


Elinde tepsi ile görünen kadın bir yandan ikramını yaparken,bir yanda da anlatıyordu.


--Kasabadaki en sağlam ev bu değil biliyorum,bir hayli yıprandı.Oğlum dokuz yaşındayken babası öldüğünde bu evdeydik.Babası öldükten sonra hırçın bir çocuk oldu.Delikanlılık döneminde buralarda daha fazla duramayacağını söyleyerek kente çalışmaya gitti.Şişman adam elindeki limonatasını yudumlarken bir yandan ilgiyle kadını dinliyordu.


--Uzun yıllar görmedim onu,sonra günün birinde gece yarısı çıkageldi elinde bir bavul ile bavulunu yerleştirmek istediğimde beni itti ve hakaret etti.

Ertesi gün bavulu aradım ama bulamadım.Ne olduğunuda anlayamadım? Aynı gece eve bir yabancı adam geldi.Kim olduğunu bilmiyorum.Oğlumun odasında yüksek sesle tartışıyorlardı sonra bir el ateş edildi.Panikle içeri girdiğimde oğlum yerde yatıyordu ölmüştü ve yabancı adam açık olan pencereden kaçmıştı.
Tüm bunlar beş yıl önce oldu.Sonra polisten öğrendim ki oğlum o adamla birçok suça karışmış.Yüzbinlerce dolar çalmışlar.Oğlum parayı alıp kaçmış ve parayı bu evde hala yerini bilmediğim bir yere saklamış.Adam gelipte parasını alamayınca oğlumu gözünü kırpmadan öldürmüş.İşte o zaman evi 750bin dolara satışa çıkardım.Bir gün oğlumun katilinin döneceğini,ne fiyatta olursa olsun bu çürük evi satın alacağını biliyordum.


Şişman adam sustu –Limonata ne acıydı dedikten kısa bir süre sonra başı omzunun üzerine cansız düştü.

Kynk.Henry Slesar- Temiz Suçlar ve Düzgün cinayetler


********************************************************************
Eğer zamanım yoksa veya konsantre olamadıysam işte o zaman uygun kelimeleri bulmada zorlanıyorum.Hikaye orjinalinde çok çok uzun, birebir alıntı yapsaydım sanırım kimse okumazdı.Bazen uzun yazıları okumak için ya vaktimiz olmuyor ya da canımız istemiyor.Kalemin elinden ancak bu kadar geldi…:)

15 Mart 2009

OLMAZ DEME OLMUŞ İŞTE...

İngiltere’de yaşayan 24 yaşında bir kadın, yeni satın aldığı çantayı içinde bomba olduğunu bilmeden iki ay kullandı.Teröristlerin,çanta satışa çıkmadan önce bir gözüne yerleştirdikleri tesir gücü yüksek bomba büyük bir şans eseri patlamadı.Kadın o güne kadar dikkat etmediği çantanın yan gözlerinden birini ilk kez açınca bombayı gördü hemen polisi aradı.Bomba ekipler tarafından etkisiz hale getirildi.
Aralık -1994-Cumhuriyet

06 Mart 2009

KAHRAMAN…

Rusya’dan gelen Yahudi göçmenler için Mayıs 1991’de 10 bin konutluk inşaat ihalesi yapılır…Dünya çapında 104 firma işe talip olur.Yeterlilik belgesine sahip olan firmalar hükümet tarafından belirlenir.Bunların içinde yer alan tek Türk firmasının İnşaat Mühendisi Fikri Dikmen gerekli teklifi hazırlamak için
Tel Aviv’de bir mimarlık bürosu ile anlaşır.Çünkü İsrail hükümeti projelerin hem İngilizce hem de İbranice hazırlanmasını ister…

Sağdan sola doğru yazılan bu dil oldukça karışık ve zor gelmiştir.Proje bir yandan hazırlana dursun, çevirileri yapan mimarlık bürosunun sahibi akşam Türk yetkilileri yemeğe davet eder. Yemekte Fikri Dikmen şöyle bir soru yöneltir.

--Burası çok gelişmiş bir ülke, pek çok konuda kendinizi ispatlamışsınız.Herşey modern ama benim anlamadığım neden hala kökleri beş bin yıl önceye dayanan bu kargacık burgacık harflerden oluşan alfabeyi kullanıyorsunuz? Büronun sahibi tebessüm ederek cevap verir…

--Biz Yahudiler Türk milleti kadar şanslı değilizde ondan.Bizim hiçbir zaman Atatürk gibi kahramanımız olmadı maalesef…

Cevap karşısında donup kalan Mühendis Fikri Dikmen’in iç sesi o an şunu düşünür…

--Ata’nın yaptığı devrimlerden sadece bir tanesiydi yazı devrimi.Bunun önemini idrak edebiliyormuyuz?…

kynk.bütün dünya

26 Şubat 2009

YAPILAN YANLIŞLAR NASIL TRAJEDİYE DÖNÜŞTÜ ?

Takvim yaprakları 21 Mart 1994’ü gösteriyordu.Genç adam evlerinin bulunduğu gökdelenin onuncu katından yaşadığı bu mutsuz hayatı sonlandırmak üzereyken son kez aşağıya baktı.Mutsuzdu çünkü hayatında hiç mutlu olmadığını,her işte başarısız olduğunu düşünüyordu.Bunun sebebi olarakta sürekli kavga eden anne ve babasını görüyordu…Mutsuz bir aile ortamında yetiştiği için hep gergin ve korku içindeydi…Yaptığı iş tabiki doğru değildi.Ne olurdu biri kolundan tutsa -- hayır hayat her şeye rağmen yaşamaya değer,mutlaka bir sebebin olmalı deseydi…Kafası karma karışık, gençliğin verdiği tecrübesizlikle kendini boşluğa bıraktı.Binanın sekizinci katında gökdelen güvenlik örgütünce kurulmuş çelik koruyucu bir ağ vardı.Ancak gencin atladığı sırada dokuzuncu katta oturan anne ve babası yine kavga ediyordu.Baba sinirle eline geçirdiği tüfeği ateşledi.Anne son anda kendini yere atarak kurtardı ancak tüfekten çıkan saçmalar o sırada dokuzuncu kat hizasından geçmekte olan gencin ölümüne neden oldu…

*ABD ‘de kendilerine “Darwin Ödülleri Jürisi” adını veren topluluk ilginç ölüm nedenlerini araştırmış ve bu akıllara zarar trajik olayı “Jüri Özel Ödülüne” layık görmüş…
kynk.etiyo.com
---------------------------------------------------------------------------------
Bu olaydan alınacak dersler : “Bireysel silahlanmaya hayır “, “İntihar bir çözüm yolu değildir.Yaşamak için mutlaka nedenler olmalıdır…”

21 Şubat 2009

İNTİKAMLA GELEN KARİYER BAŞLANGICI…

İngiltere’de 3 Aralık 1926 günü terk edilmiş bir araç bulundu.Kapıları açık,kaza geçirmiş gibi öylece duran boş bir otomobil…Şehrin dışında ıssız bir yerde olduğu için kimse ne olduğunu anlayamadı.Polise haber verildi. Kayıtlardan arabanın Agatha Christie isimli bir bayana ait olduğu ortaya çıktı.Varlıklı bir ailede yetişmiş olan Agatha ,kabiliyetli,kitap okumayı çok seven ve amatör yazılar yazan biriydi…


Boş arabayla ilgili olarak kadının eşine haber verildi.Ancak Agatha’nın nerde olduğunu kimse bilmiyordu.Esrarengiz bir biçimde yok olan kadının kayboluşuna İngiliz basınıda büyük ilgi gösterdi.Dönemin en ünlü dedektifleri hatta İngiliz hükümeti bile konuyla ilgilendi.Bir görgü tanığı arabadan çıkan sağ bir kadın gördüğünü söylüyordu…
Fikir almak adına ünlü roman kahramanı “Sherlock Holmes” un yazarı Conan Doyle’ye bile danışıldı…

Tüm bölgeye dağıtılan kadının fotoğraflarını ,bir otelde caz söyleyen müzik topluluğu tanıdı.—Bu bayan akşamları buraya geliyor deyip yerini bildirdiler.Polisler kadının kaldığı otelde kayıtları incelediğinde “Christie” soyadını bulamadı.Fakat otel görevlisi “Neele” soyadlı genç bayanın kaldığını söyledi.

Onbir gün sonra kadına ulaşıp sorguya aldıklarında inkar etti 
–Ben turistim dedi sonra ifade değiştirdi hafızasını kaybetmiş numarası yaparak kimliğini açıklamadı.Bunun üzerine dedektifler aynı şehirde yaşayan gerçek Nancy Neele ‘yi bulup sorguya aldıklarında bir gerçeği öğrendiler.

Agatha Christie’nin eşi bir süreden beri Nancy Neele ile kendisini aldatıyordu.Aldatılan kadın Agatha kaybolmazdan önce iki sevgili hafta sonu için plan yapmışlardı.Agatha planı ile tüm dikkatleri üzerine çekip,ikisinin hafta sonu planlarını mahvetmiş bununla da kalmayıp tüm basının bu ilişkiyi öğrenmesini sağlamıştı.

Boşanmayla biten evlilik sonrası eşi, yapılan tüm soruşturma giderlerini ödemek zorunda kaldı.Dünyaca ünlü cinayet roman yazarı olarak Agatha Christie’de edebiyat dünyasına adımını atmış oldu.



Agatha Christie
---------------------------------------------------------------------------------


*Gene kelimelerimin yettiği kadar olayı aktarmaya çalıştım.Bence müthiş bir başlangıç olmuş.Okuduğumda bir hayli etkilendim ve gizemi çözmek istedim.Tabi çözemedim ama ilk aklıma gelen “Allah akıllı kadının gazabından,erkeği korusun” oldu…:))


bknz.Agatha Christie
kynk.Bütün Dünya

17 Şubat 2009

BİR PİLOT VARDI...

Askeri okulu başarıyla bitirmiş genç pilotu belki ödüllendirmek belki de yeteneklerini daha da arttırmak için Kanada’ya yolladılar…İki senelik eğitimin ardından yurda dönen pilot önce Merzifon’da daha sonrada Eskişehir’de görevine devam etti…1964 yılında Kıbrıs’da başlayan Rum zulmüne sessiz kalamayan hükümet ,tıpkı diğer askerleri gibi ona da görev verdi…
Eskişehir’den havalanan pilot Kıbrıs semalarına geldiğinde uçağı yerden açılan ateş sonucu alev aldı ve hızla düşüşe geçti…Son anda paraşütünü açmayı başaran genç pilot öyle bir yere iniş yaptı ki… bir tarafı Rum,bir tarafı Türk köyü olan bir nehir yatağına …İyi Türkçe konuşan Rumlar el işaretleriyle birlikte –gel bu tarafa gel dediler…Türk köyündekiler—hayır bu tarafa diye seslendiler…kim doğru söylüyordu ? bilemedi ve yanlış tarafa gitti…Rumlar tarafından esir alınan genç pilot ele geçtikten sonra konuşturulmak adına öyle işkencelere maruz kaldı ki genede direndi…Hiçbir şekilde konuşmayan genç pilot yüzbaşı 29 yaşında , beton çivisi ile şehit edildi…
Hükümet naaşını Rum tarafından istediğinde ,önce isteklerini bildirdi düşman…Yurda getirilen şehit ,büyük bir tören sonrası İstanbul –Edirnekapı şehitliğine defnedildi…
O belki yakınınızdaki bir okula ya da bir sokağa adı verilen İlk hava harp şehidimiz Cengiz Topel’di…
----------------------------------------------------------------------------------

* Cengiz Topel’in uçağı düştükten sonrası aslında varsayımlar üzerine kurulu.Ben bu hikayeyi 1989 senesinde Lefkoşa’daki “Barbarlık Müzesini” gezerken dinledim.İşkence sonrası çekilen fotoğraflarına yüreğin dayanması mümkün değil…
Sonra ne oldu bilinmez öyle ya da böyle hunharca işlenen bu olay bizim tarihimiz ve bunu herkes öğrenmeli…Hani biz barbar ve zalim olarak anılıyoruz yaaa bunu özellikle onun için anlatmak istedim…


bknz. işkence bölüm- Johnson mektubu

14 Şubat 2009

ŞEMSE NİNE...

Günümüz imkan ve şartları düşünüldüğünde “Gerçek olabilir mi ?” diyor insan ,aynı fedakarlık şimdi gösterilebilir mi ? bilinmez ama günün anlam ve önemine uygun olsun istedim bu yaşanmışlık…
“Geleni gideni çok olmasına rağmen Şemse Nine hiç sokağa çıkmazdı. “Nasıl çıkarım beyim evliliğimizin ilk haftasında seferberlik ilan edilince Çanakkale’ye gitti ve giderken ellerimi tuttu gözlerimin içine bakarak ; “karıcığım…gençsin,güzelsin…Gözüm arkada kalmasın,ne olur söz ver bana! Ben gelinceye kadar sokağa çıkma” dedi…Ben ona söz verdim.Nasıl sözümü yerine getirmem???
Cephede kocasının şehit düştüğünü kabul etmeyen ,birgün döneceğine inanan Şemse her evlilik yıldönümünde gelinliğini giyip kocasını beklemiş.Takii nine oluncaya kadar ve günlerden birgün gene evlilik yıldönümünde giydiği gelinlikle son nefesini vermiş.Köy halkı onu kefene sarmadan gelinliği ile gözyaşları içinde kocasına uğurlamış…
“Seni seviyorum” mu dediniz??...Sevmek almak değil vermektir.Ne kadar seviyorsak o kadar fedakarlığa hazırız demektir.
Öyle değilse sevgi değil,bir tutku bir istek talebidir…”

kynk: Çanakkale Şehitleri tanıtım ve araştırma derneği yayını.

13 Şubat 2009

NEYE NİYET,NEYE KISMET…

Photobucket
Amerika’da yaşanan bu olay,sonucu itibariyle bana –vayy be dedirtti…
Elli yaşlarında bir adam şiddetli diş ağrısı neticesinde soluğu dişçi koltuğunda alır.Diş hekimi daha önce yapılan dolguda sorun olduğunu,yenilenmesi gerektiğini söyler ve eski dolguyu çıkarıp yenisini yapar.Kontrol içinde birkaç gün sonra gelmesini söyler adama…
Adam gittikten sonra,sehpa üzerinde duran eski dolguya gözü takılır hekimin…Bakar bakar anlamaz bu nasıl bir maddeden yapılmış?Açar kitaplarını karıştırır ,bir süre araştırdıktan sonra öğrenir ki bu malzeme sadece Rusya’da kullanılmaktadır…
O yıllarda Amerika’nın en büyük düşmanı Sovyetler Birliği ( yani bugünkü Rusya).Olayı istihbaratçı bir arkadaşına anlatır ve malzemeyi tahlile göndermeye karar verirler.Sonuçlar geldikten sonra , kontrole gelicek adamı gözaltına alırlar.
Anlaşılır ki adam yıllarca Amerika’da yaşayan ve aranmakta olan azılı bir Rus ajanı çıkar…