25 Aralık 2011
BİR DÖNEMİN MAKROME ÇILGINLIĞI
İşin en gıcık tarafı kursa bütün apartmandaki bayanların hatta lojmanın gitmesiydi dolayısıyla hangi eve gitseniz karşınıza bu makrome örgülerden çıkıyordu.
İşte tekillik olsaydı elbette ilgi çekerdi ama o çocuk halimle her evde makromenin oluşu bende bir bezginlik duygusu getirirdi.
Bilmiyorum üzerinden yıllar geçti zaman içinde bu el emeklerine ne oldu? annem nereye kaldırdı? ama geçenlerde bir aile dostu teyzemizin evinde karşıma çıkınca tebessüm ettim.
"aaaa bunlardan bizde de vardı" demekten kendimi alamadım.
08 Ağustos 2011
25 Temmuz 2011
ÇAM FISTIĞI ...
Amcamların sitesi çam ağaçları ile çevrili,İzmir'in sıcağında denizden gelen esintiyle her yer gölge ve serin.Bundan daha ziyade site yönetimi ilginç birde iş yapmış.Her yıl çam kozalaklarından dökülen çam fıstıklarını anlaştığı kişilere toplatıp satıyormuş.Az değil kilo fiyatı 80 Liradan satılan çam fıstıklarının parası site giderleri için kullanılıyor ya da siteye yeni birşey yaptırılıyormuş.
Düşünün hiç kimse bu süre zarfında fıstıkları el sürmüyor.Herkes memnun bu durumdan anlayacağınız...
Taşla kırıp yemesi ne zevkli olurdu çocukken bizde oturduğumuz lojmanda toplardık.Heyy gidi günler...
19 Haziran 2011
HAYAL KIRIKLIĞI ...
14 Haziran 2011
18 Mart 2011
ANILARI CANLANDIRAN KOKULAR... ~mim~
Öyle ki öksürükten nefes alamaz duruma geldim.Sürdüğüm viks kokusunu bile neredeyse almıyorum...
Geçen hafta Sevgili Fd kokularla ilgili bir mim yollamıştı bir ara onu yazmadığımı hatırladım kokuları duyamayınca."Anıları canlandıran beş koku" isimli mim hafızamda neleri mi hatırlattı?
~~~~~~
Kaptan'la görüşmeye başladığımız o ilk zamanları hatırladım.Rebul'un parfümünü kullanırdı.O koku hiç gitmez aklımdan. :))
Sonra şu tırnak şekilli çata patlar ve mantarlar vardı.Hala okul önlerindeki bakkalarda satılıyor.Patladığı zaman çıkardığı koku unutulmadı...
Kurban bayramında sabah yapılan o ilk kavurma kokusu her seferinde rahmetli anneannemi hatırlatır.Eskişehir'de bahçeli bir evin mutfağında çocukluğumun kurban bayramlarını...
Veee yukarıda bahsettiğim viks ve ayrılmaz kardeşi buğuseptil kokusu çoçukluğumun korkulu rüyası,battaniye altına girmek istemez kaçardım resmen...
Beşinciyi düşündüm ama bulamadım. ???
Bende hali hazırda blogmaya devam eden
ve Böcüğüme yolluyorum tabii yazmak isterlerse...
05 Şubat 2011
“ANNE BUGÜN TATİL Mİ? HERKES ANNEANNESİNE Mİ GİDECEK ?”
“Anne bugün tatil mi? Herkes anneannesine mi gidecek?” diye sorunca eskilere gittim…
Onca toruna rağmen Anneannem büyük bir özlemle karşılardı beni.
İki numaralı ama en çok emeği geçmiş torun olmanın gururunu küçük olduğum için o zamanlar anlamazdım elbet, nazlanır her dediğimi yaptırırdım…
En sık sorduğum soru;
“Anneanne bana yumurta boyuyacakmısın?” olurdu.
Soğan kabuklarını alır yumurtayla kaynatırdı.Anneannemin kahvaltı sofrasında, o kırmızı boyalı yumurtaların tadı hiçbir yerde olmazdı…
21 Ocak 2011
KELİMELER BİTTİ...
Arkadaşlığımızı bitirmek için geçerli nedenlerim vardı,uzun uzun detaylandırmak istemiyorum şimdi…
Tabiî ki bu kolay olmadı, hayli sıkıntı yarattı derin düşüncelere itti beni ama böylesi daha hayırlı oldu…
Senelerin verdiği alışkanlıklar bir an da bitmiyor.Önce aramamaya başladım, o arayınca da çeşitli mazeretler buldum.
Kaptan, zaman zaman “böyle olmaz” dediyse de dinlemedim"sen onlarla görüşmek istiyorsan görüş ama benim için bitti" dedim…
Evet çok şey paylaşıldı önce aynı şehirde,sonra tayinler nedeniyle başka şehirlerde ama kalpler hep bir, irtibatı koparmadan…
Özellikle istedim “nikah şahitlerimiz onlar olsun” dedim,planda yoktu ama beyaz arabaları gelin arabamız oldu mesela…
Sonra daha da mutlu olduk tekrar aynı şehirde tıpkı eski günlerdeki gibi yemekler yaptık yedik, gezdik yeri geldi dertleştik…
Sonuçta yollar ayrıldı elbette hiç unutmadım onu, onları...
Şimdi olsa aynı kararı alırmıydım? emin değilim...
Yıllar sonra bir gece rüyamda gördüm arkadaşımı hayli sıkıntılı ve düşünceli hani derler yaa “sabaha kadar uğraştım”…
Birkaç gün sonra aklıma gelen rüya ve neler yaptığını öğrenme duygusu ile nette arama yaptım.Bulmak hiçte zor olmadı…
Açık olan face profiline bakarken okuduğum başsağlığı mesajları şaşırttı önce bir öğrencisi falan sandım çünkü tanımadım, kucağımdan inmeyen,annesi işteyken oyun oynayıp mamasını yedirdiğim,”çocuğum olursa böyle güzel olsun” dediğim o küçük adamı tanımadım…
Ölüm 14 yaşındaki bir bedene yakışmıyor , 5-6 ay geçmiş üzerinden resmen şoktayım…
Gözyaşları içinde aradım Kaptan’ı “mümkün mü ? olabilir mi?” yok yaaa yanılmış olabilirsin dedi önce “telefonları var bende ama değişmiş midir kaç sene oldu??”…
Aradık, buğulu bir ses açtı telefonu numara aynı…
Böyle bir şeyi sormakta zor,seneler sonra niye aradık? Ne oldu? Doğruymuş okuduklarım.
Bir rüya nereye getirdi.Nasıl yönlendirdi ? Garip,tuhaf işte…
Bu acı haberi nerden ve nasıl öğrendiğimizin önemi yok aslında ortak arkadaşlar var nasılsa duyulurdu belki seneler sonra…
O an ses yok, kelimeler yok bende…
Önce beyler konuştu sonra aldım telefonu, bir kelime, bir cümle sonra dakikalarca telefonda ağlamayı seçtik…
Her ne olursa olsun,arkadaşımı acılar içinde bulmak üzdü beni…
Allah’tan onun için sadece sabır diledim, elimden başka bir şey gelmedi …
31 Ekim 2010
TAVUKLU SAAT…
Gezi esnasında karşıma çıktı. Biraz aceleye gelmiş fotoları yükleyince fark ettim ama olsun belki başka birine de lazım olur.
Nede olsa çocukluğumuz bu saatle geçti.Okul otobüsüne onunla yetiştik, derslerimizi yaptık,testleri birlikte çözdük,sonra uykuya daldık.
27 Temmuz 2010
BİR ÇOCUĞUN PUZZLE MERAKI…
Bu sinir küpü dediğimiz bulmacaları hiçbir zaman tamamlayamadım ama bitirdiğim jigsaw puzzle sayısını hatırlamıyorum…
Genelde 1500 parça ve zor olanlarını seçerdim.Kimisini arkadaşıma hediye ettim, kimisini işyerinde duvara astım…
O kadar emekten sonra elimde kalan sadece iki tane…
Bundan 7-8 sene evvel bizim Kaptanın rahmetli babaannesi ziyaretimize geldi…
O zamanda bu merakım hat safhada,neredeyse haftada bir tanesini bitiriyorum.
80’li yaşlardaki hazır cevap babaanne gün boyu ne yaptığımı takip etti, parçaları birleştirirken beni inceledi…
En sonunda “ne yapıyorsun? “ diye sordu.
”Parçaları birleştiriyorum ,bittiğinde ortaya resim çıkacak “ diye cevap verdim.
Uğraşıdaki mantığı çözemeyen babaanne,akşam işten dönen Kaptanı yakalayıp kulağına eğiliyor…
“Oğlum,kızcağız bütün gün uğraştı durdu, yok muydu bunun hazır yapılmışı? ”diyor…
O gün epey güldüm…
Bu olaydan sonra da her puzzle yapışımda rahmetli babaannemizi hatırladım…
17 Haziran 2010
ASANSÖR…
Şu an oturduğum evi görür görmez öyle etkilenmiş acaba deyip taşınma hayalleri kurmaya başlamıştım…
Gelin görün ki rakam yüksek geldiği için hayaller kısa sürede sonlanmıştı.Üzerinden 6 ay geçti evin sahibi tekrar kapımızı çalıp (bu arada biz yan apartmanda oturuyorduk) fiyat konusunda anlaşabileceğimizi söyleyip bizi kahve içmeye davet etti…
Bizim kaptan fiyatı konuşa dursun,ben mutfak ,parke, fayans ve karşımda duran Ankara manzarasını incelemeye devam ettim…
Nasibe çok inanırım öyle böyle derken ev bizim oldu…
Çoğu kişiye dezavantaj gelebilir ama 9 katlı bir binanın en üst katı olmasını hiç problem etmedim.Üst kat soğuk olur vs…
Neyse kısa süre sonra taşındık…
1. Gün. O da ne ???? Bir uğultu??? Saat başı bazen 10dk.da bir , gece yarısı olmuş ara ara sesi duymaya devam ediyorum…
Araştırıyorum sesin geldiği yeri.Üst katımız asansör mekanizmasının olduğu bölüm.Asansör her çalıştığında sesi duyuyorum.
” Eyvah dedim biz ne yaptık? Buna hiç dikkat etmedik ben bu sesle hayatta oturamam.”
İlk zamanlar rahatsızlık duyduğum bu sese zamanla öyle alıştım ki, artık doğal gelmeye başladı…
Hatta yıllar geçtikçe olay şuna dönüştü. :))
“sabah apartmandan ilk çıkan Ayşen hanım hımmm saat 7.30 oldu demek ki acele etmeliyim işe geç kalabilirim”
“ Çöpler toplanacak apartman görevlisi bizim kata çıkıyor çöpü kapıya çıkarmalıyım.”
“ Mehmet beyin kızıda işten döndü saat 21.30 “
“Asansör 6.katta durdu hayırdır bu saatte ?? ”
Bayram sabahı “ Çocuklar şeker toplamaya başladılar “ vs…
7 sene içinde bu sinir bozucu sese alıştım ben…
Diyeceğim o ki insanoğlu zamanla alışabiliyor kabul ediyor.Acıları,sıkıntıları
ya da takıntıları…:))
foto.
13 Haziran 2010
DEĞİŞMEYEN BİR BEN…
Hayatım boyunca hep alçakgönüllü oldum ama hiçbir avantajını göremedim…
Bu davranış şeklimin bana getirdiği kayıplar her geçen gün artmaya devam etti…
Bazı şeylerde sonradan değişmiyor.Nasıl başlıyorsanız maalesef öyle devam ediyorsunuz …
Ben yinede söylemiş olayım çok da fazla mütevazi olmaya gerek yok bu hayatta…
foto.knuttz.
04 Haziran 2010
SADECE ÜÇ HARF…
Dünya telaşı, iş güç koşuşturma derken her şey detaylı konuşulmuyor
telefonda …
Şu an yolunda gitmeyen şeyler var hayatında , canım arkadaşım üzgün…
Bugün şöyle yazmış profiline okurken üzüldüm… :((
“Üç harf yanyana kaç şekilde gelir bilir misin?
Aşk dersin... Sen dersin... Ben dersin...
Sen, ben biter; biz dersin...
Gün gelir git dersin...
Peki dur kelimesinden haberdar değil misin?
Dur demeyi bilmez misin?
Git demek kolay, dur diyebilecek kadar yürekli misin?"
15 Mayıs 2010
BİBLİYOFİL OLMAK YA DA OLMAMAK…
Şaşırdım, oysa hoplayıp zıplayan,olmadık yerlere tırmanıp ordan oraya koşturan bir çocukluk geçirdiğimi düşünürdüm.
Daha önce kullanmadığım bir kelime,gerçi yazı dili dışında lazım olucak gibi durmuyor.Yunanca biblion(kitap) kelimesinden türemiş.Okuma düşkünü,kitapsever anlamında.
Evet kitapları seviyorum ama bibliyofil tanımlamasına tam anlamıyla uyduğumu sanmıyorum…
~~~~
Bibliyoman: hastalık derecesinde kitap düşkünü,
Bibliyotek: Kitaplık
Bibliyofobi:Kitap korkusu
11 Mayıs 2010
GAMZEDEYİM DEVA BULMAM...
1975/ Baba Bizi Eversene filminden...
Barış Manço ve Kurtalan Ekspres
* şu an ilaç niyetine...:((
23 Nisan 2010
UNUTULMAMIŞ BİR 23 NİSAN ŞİİRİ…
Birden aklına geldi demek ki,
“Benim 23 Nisan şiirim şöyleydi” dedi.
“Günaydın,gözün aydın,
Sayısız devrim saydın,
Dünyaya bir ün yaydın.
Buldun taze can bugün,
O mutlu Nisan bugün…”
“Kaç yılıydı?” diye sordum.
Sene 1945,ilkokul birinci sınıftaydım hala unutmadım bu şiiri” diye cevap verdi…
Ali Söylemez bugün 73 yaşında…
Çocuk kalbiyle yaşadığı heyecanı ve bu şiiri unutmaması ne kadar hoş…
Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm dünya çocuklarına armağanı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hepimize kutlu olsun…
foto.
16 Mart 2010
BİR PARMAK ÇOCUK TANIDIM…
İkinci hamileliği ilkine göre hep sorunlu geçmiş anlatıyor.Yorgun ve de üzgün…
Maalesef olmadı bebek yaşamadı…
Kader dedim ,eğer yaşayacak olsaydı bir şekilde…
Düşündüm ve yıllar öncesine gittim.Sene 1984 babamın görevi nedeniyle doğuya yeni taşınmışız.
Okuldan geliyorum annem evde yok.Komşumuz “ağlama gelecek annen” diyor çocukluk işte…
Öğreniyorum ki yan komşumuz aniden sancılanmış hastaneye yetiştirmişler.Bebek altıbuçuk aylık,yarım kilo falan…
Artık nasıl uygun gördülerse haftasına kalmadan taburcu ettiler.Elinde parmak çocukla Reyhan teyze eve döndü.Bebeği merak ediyoruz görmek istiyoruz “yok olmaz” diyorlar.Kadın ağlıyor,genç ve tecrübesiz annemden yardım istiyor.”Korkuyorum” dediğini hatırlıyorum ama…
Bu arada bebeğin adı henüz yok koymak istemiyorlar.
Annem evin içinde hazırlık yapıyor.Göz damlalarını boşaltıp kaynatıyor,tülbentler,pamuklar,sargı bezleri vs…
Önce bebeğin kalacağı odayı iyice temizliyorlar.İçeriye annesi ve annem dışında kimse girmiyor.
Bir paket pamuğa rahatlıkla sığan bebek,göz damlalığının içine konulan anne sütü ile iki-üç saatte bir beslenmeye çalışılıyor.Emme refleksi olmadığı için ağzına damla damla sabırla başında bekliyor annem…
Günün büyük bir kısmını orada geçirmeye başlıyor.
Altını ıslatınca pamukla temizliyor.Zaten altını bağlama şeklinde bir şey söz konusu değil dedik ya parmak çocuk bez ondan büyük…
Biz hala “kapıdan anne ne olur bir görelim” desekte uzun süre izin çıkmıyor.
Öyle böyle derken kırkını çıkardı bebek ve birbuçuk kiloya ulaştı…
İki isim koydular biri “Yaşar”… :)
Seneler sonra kampta karşılaştık.Yaşar askerden dönmüş.Reyhan teyze hemen telefon açtı “Çabuk gel dedi seni biriyle tanıştıracağım”… :)
~~~~~
Şimdi düşünüyorum sadece teknolojik imkan yetmiyor demek ki.
İlgi,inanç,azim ve de İlahi güç…
10 Mart 2010
KOLESTROL
--Hımm amca trigliserid ve kolestrol yüksek çıkmış…
--O kadar da dikkat ediyorum neden böyle oldu acaba?
--Amca kuruyemiş, kırmızı et ya da kullanıyorsanız katı yağdan olabilir dedim.
--“Yok” dedi. “kuyruk yağından başka yağ kullanmıyoruz…”
-- :-o
Genç arkadaşlar haliyle bilmezler,bizim çocukluğumuzda tenekelerde “Vita” yağı satılırdı.Gerçi hala var sanırım birkaç yıl önce İzmir’de bir lokantadaki pilavı çok beğenmiş aşçıya ne ile yaptığını sormuştum.O da “Vita” kullandığını söylemişti.Neyse yağın muhafazası hem rahattı,hem de tadı ağır olmasına rağmen onunla yapılan yemeklerin lezzeti bir değişik olurdu.Sonra teneke boşalınca saksı niyetine kullanılırdı… :)
Bugün amca bu cevabı verince aklıma geldi rahmetli anneannemde o kadar rahatsızlığa rağmen hala daha bu yağı kullanmaktan vazgeçmemişti.Zararlı olduğunu defalarca anlatmamıza rağmen…
Eskiler alışkanlıklarına bağlı oluyor ve kolay kolay bırakamıyorlar…
foto.
18 Ocak 2010
KUMBARA...
İçine para atıldıkça gülle gibi ağırlaşır,açmak için de bankaya götürmeniz gerekirdi çünkü anahtarı özellikle verilmemişti…
Bankaya ilk gidişimizde görevli bayanın bozuk paraları aldıktan sonra gülerek sakız,vida,anahtar ve saç tokalarını uzattığını anlatırdı babam…
Düşünüyorum bizim zamanımızda şimdiki gibi model model kumbaralar yoktu.Bir bu,birde Akbank’ın meşhur uğurböcekli kumbarası vardı…
10 Ocak 2010
BİR ANI - BİR EVLENME TEKLİFİ VE SONRASINDA YAŞANANLAR…
Öğrencilik yıllarımda kaç kez gidip geldim trenle sayısını hatırlamıyorum.Bazen sınıf arkadaşlarıyla matrak muhabbetlerle ,bazen yalnız…
Rahattı ve her şeyden önemlisi güvenliydi o yıllarda.Neyse trenin kalkış düdüğü ile alelacele oturdum yerime el sallıyorum.Kaptan hızla cebinden çıkardığı büyük sarı post- it kağıda bir şeyler yazıyor.Yavaş yavaş hareket etmeye hazırlanan tren camının ortasına “pat” dedi yapıştırdı.Üzerindeki kısa sevgi mesajını okuyup tekrar el salladım…
Yavaş yavaş hızlanmaya başlayan trenin camına notu almak için elimi bir attım açılmıyor.Tekrar ,tekrar yokkk camı hareket ettirmek mümkün değil sıkışmış resmen…
Bilmem kaç km hızla giden trenin kağıdı uçurmasını bekliyorum ne mümkün nasıl bir yapıştırıysa banamısın demiyor.Bu arada yanımdan gelip geçen yolcular camdaki sarı kağıdı ister istemez bakıp okuyor.Bilet kontrolü yapan görevli,tren içinde gezinenler,yol boyunca yanımda yolculuk yapanlar...
Kaptanla liseden arkadaşız,13 yılın sonunda evlendik ancak teklif falan olmadan direk hazırlıklara başlayarak gelişti her şey. Hani evlenme teklifide şöyle ilginç oldu diye anlatmak isterdim ama maalesef öyle bir şey yok bizde…
Şimdi kendime ait bir şey yok dedim ama anlatmak istediğim başka bir evlenme teklifi var beni çok şaşırtan ve de güldüren.Daha önce duymayanlar için anlatalım…
Topluca gidilen cafede siparişler verilir. Plana göre genç adam sevdiği kızın bardağına evlilik yüzüğünü koyacak ,sohbet esnasında yüzüğü ağzından çıkarıcak kıza evlenme teklifi edecektir.Buraya kadar her şey normal gözükebilir neticede ağza gelen metal parçasını kim fark etmez?
Ne var ki planlar istenilen şekilde gitmez.Yüzüğü fark etmeden bardaktaki milkshake’i içmeye devam eden Kaitlin yüzüğü bir güzel yutar…O arada genç adam ve arkadaşları bir türlü ortaya çıkmayan yüzüğü beklemektedir.Hatta olayı hızlandırmak için “en hızlı kim içecek ?” yarışı bile yaparlar. :
Boşalan bardağa hepsi şaşkın gözlerle bakarken Redd ,Kaitlin’e iyi olup olmadığını sorar ve ardından durumu anlatır.Doğruca hastanenin yolunu tutan çift röntgen filmleri çekildiğinde yüzüğün midede olduğunu görürler.Doktor bol bol su içip beklemesini söyler kıza.: ))
Sonuçta geri gelen yüzükle birlikte evlenirler.Bu arada Tv programlarına konuk bile olurlar…
Kaitlin bloğunda bu inanılmaz olayı komik bir dille anlatmış üstelik o günün videosunuda eklemeyi unutmamış.
*Bu arada uzun bir post oldu şimdi fark ettim kusura bakmayın arkadaşlar…