Ottoman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ottoman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Eylül 2011

BİR KADIN DERGİSİ " ŞÜKUFEZAR " ...

foto.

Osmanlı'nın son eğitim bakanlarından  Münif Paşanın  okumuş  kızı Arife Hanım (bazı kaynaklarda "Afife") 1886 yılında yönetimi sadece kadınlardan oluşan,  ismi de  Çiçek Bahçesi anlamına gelen bir dergi çıkartmış.İsmi " Şükufezar ". 

O sırada Osmanlı yıkılma sürecine girmiş, halk bilinçsiz ne yapacağını bilmez halde özellikle kadınlar daha bir zor durumda, okur- yazar oranının  yok denecek kadar az olduğu bir dönem...

Şukufezar,çıkartıldığı ilk günden itibaren kadınların okuyup meslek sahibi olmaları konusunda öğütler vermeyi amaç edinmiş.İçeriğinde iyi bir ev hanımı, itaatkar eş ya da annelikle ilgili tek bir yazı yazılmamış.

Bu anlamda Arife Hanımın makalesi, bir Türk kadını tarafından  kadın -erkek  eşitliği konusunda yazılmış ilk yazı kabul edilmiş.

Yazısında  şöyle demiş. "Biz saçı uzun,aklı kısa denerek erkeklerin alaycı gülüşlerine hedef olmuş bir tayfayız.Erkekliği kadınlığa,kadınlığı erkekliğe tercih etmeyerek bunun aksini  ispat etmeye çalışacağız."


Üzerinden  tam 125 yıl geçmiş.

Çevrelerce feminizm diye adlandırılan bu hareketin başarılı olmadığı aşikar.

Kadınlar okuyup meslek sahibi olsa bile  gelinen nokta ortada, kaç arpa yol alınmış ???

Hayli düşündürücü...

27 Ağustos 2011

FİGANİ KİMDİR??

"Bu dünyaya iki İbrahim geldi,biri putları yıktı diğeri putları dikti" ya da orjinal Farsça haliyle "Dü İbrahim amed be-deyr-i cihan,yeki büt-şiken şud,yekü-nişan" demiş divan şairi Figani...


Kanuni Sultan Süleyman'ın çocuklarının sünnet törenleri için yazdığı kasidelerle ünlenmiş aslında.


Pargalı İbrahim Paşa  Mohaç savaşından sonra Budin'den getirtip Sultan Ahmet meydanına dikince mitolojik heykelleri, o da kızıp  yukarıdaki sözü söylemiş...


İbrahim Paşanın adamları  durumu ispiyonlayınca da yakalanıp asılmış.


Tatil dönüşünün en heyecanlı yanlarından biri olucak...:))) Merakla bekliyorum yeni sezonu.


14 Nisan 2011

ANKARA ‘DA BİR ALTIN KÖŞK …

Köşkü 10 yıl önce ilk görüşümde ki şaşkınlık ifadesinde bir değişiklik olmadı.Her gidişimde eve hayran hayran bakarım.Gerçi bizimki sadece dışarıdan bir bakış İçeriyi gezmek kısmet olmadı.Çünkü Altın Köşk daha önceleri şahısa ait bir mülktü.Sonra bir dönem yabancı devlet adamlarının ağırlandığı Devlet Konuk Evi oldu.


Asıl sahibinin bu evi bırakarak yıllar önce Amerika’ya yerleştiği biliniyordu. Şimdi duydum ki işadamı Ali Rıza Bozkurt annesine ithaf ettiği ve asıl adı “Merik Konağı” olan bu köşkü Kültür ve Turizm Bakanlığının idaresine bırakmış ve konak Türkiyenin ilk ve tek Mimarlık ve Mobilya Müzesi ünvanıyla halka açılmış.


Bugüne kadar evle ilgili pek çok rivayet anlatıldı tabii şimdi onları burada anlatmamın hiçbir manası yok çünkü gerçeği yansıtmıyor.Keza o dönemde bilgi alıp danışabileceğimiz bir kaynakta yoktu.Artık bir web adresinden bilgi edinmek mümkün…

altin kosk 4
foto.Soner Çam

Binayı dışarıdan çok kez inceleme fırsatı buldum.Hava şartları müsaitse evin pırıl pırıl parladığına şahit olabilirsiniz.Gerçi önceki yıllarda evin daha bakımlı halini de biliyorum.Bazı şeyler zamana karşı koyamıyor. Dış cephe Amerika’dan getirtilen ve 500 yılda yetişen “ Red wood “ (kızıl ağaç) denilen nadide bir ağaç türünden yapılmış.İlginçtir. şu an bahsi geçen ağacı Amerika sınırlarından çıkartmak yasaklanmış.

19 Mart 2011

PARGALI İBRAHİM PAŞA KİMDİ ?

Bugünkü Yunanistan’ın Parga kasabasında doğduğu tahmin edilen İbrahim Paşa, genç yaşta Şehzade Süleyman’ın hizmetine girmiş.Süleyman’ın tahta çıkışıyla önce hasodabaşı, 1523’te Sadrazam olmuş.Tam 13 yıl bu görevi sürmüş bu arada Hatice Sultan ile evlenmiş…

Belgrad, Rodos, Mısır ve Macaristan seferlerinde ön planda yer almış.Ancak Sultan Süleyman’a yakınlığı sayesinde kavuştuğu güç göze batmaya başlamış....

Hıristiyanlığı gizli yaşadığı, servet düşkünü olduğu konuşulmuş o dönemde …

İftar için saraya çağrıldığı 15 Mart 1536 gecesi bir sebep gösterilmeden boğdurulmuş.Hatta bazı kaynaklar Hürrem Sultan’ın Pargalıyı bahçede yakalattırıp boğazladığını gücü yetmeyince yanındaki askerlerden yardım aldığını anlatıyor…

Ölümünden sonra mal ve mülkünün büyük bölümüne el konulmuş.

Yani Hürrem gene yapmış yapacağını…

pargalı ibrahim pasa

26 Ocak 2011

KURŞUNLUHAN 'DA ZAMANA YOLCULUK...

“Düşünsene,şu an yemek yediğimiz bu yerde yıllar yıllar önce develer dinleniyormuş.Duvarlarda gördüğün delikler hayvanları bağlamak içinmiş,restore edilirken aslına sadık kalınmış doku hiç bozulmamış tıpkı 600 sene evvel nasılsa öyle bırakılmış.” dedi Kaptan…

Ne zamandır söylüyordu ,hadi çantaya birer eşofman at gidiyoruz dedi ve apar topar getirdi beni bu kervansaraya...

Yalan değil isteksizdim,oflaya puflaya geldim taaa ki büyük kapıdan içeri girene kadar…

Kastamonu merkezinde, Fatih Sultan Mehmet’in dayısı İsmail Bey yaptırmış tipik Osmanlı mimarisi, tüccarlar için konaklama ve ticaret merkeziymiş.Uzun yıllar iyi kiralar getirmiş gözde bir merkezmiş.Sonra yılların acımasızlığına dayanamış , bakımsızlıktan dükkanlar depo olarak kullanılmış...

90’lı yılların sonunda restore edilmesine karar verilmiş.2008 yılından sonra da turistik otel olarak hizmet vermeye başlamış…


kursunluhan 1


Zamanında duvarlar kurşun kilitlerle örülmüş,sıcağa ve soğuğa dayanıklı olsun diye binanın bunca yıl ayakta kalmasının sebebi bu, taşlar çatlamamış hiçbir yerinde tahribat olmamış kullanılan kurşun sayesinde, İşte ismi de buradan gelmekte…

Oda kapıları sanki çocuklar için yapılmış.Ufacık , başınızı eğerek giriyorsunuz.Sebebini sonra öğrendim.Osmanlı inceliği saygıdan hizmetli içeri girerken başını eğerek girsin düşüncesiyle yapılmış…

kursunluhan 3

Bahçe müthiş güzel, kış soğuna rağmen sıcak kahve eşliğinde manzarayı seyrettim.Büyük ana kapı üzerinde küçücük bir kapı dikkatimi çekti.Ticari mallar, develer vs.. çalınmasın diye belli bir saatte han kapıları kilitlenirmiş.O saatten sonra gelen olursa bu küçük kapıdan giriş yaparmış.Öyle ki birşeylerin çuvalla çalınma ihtimaline karşı bu kapıda özellikle küçük yapılmış…


kursunluhan 2
kursunluhan 7
kastamonu 2
kursunluhan 6
kursunluhan 4
kursunluhan 9
Otelde bizden başka misafirler de vardı :))
kursunluhan
kastamonu
kursunluhan 5

Tarihi mekanları sevenler için harika bir öneri Kurşunluhan, gezilip görülesi hatta bir kaç gece konaklanası bir mekan tabii yoğunluktan yer bulunabilirse…:) :) :)

 8

12 Ocak 2011

MEMLEKETİMİZ SİNEMAYLA NE ZAMAN TANIŞTI ?

Osmanlının son dönemine rastlar memleketimizin sinemayla tanışması.

Önce II. Abdülhamid’e bir gösteri sunulur Yıldız Sarayında.

Fransız hokkabaz padişahın beğenisini kazanınca sık sık gidip gelmeye başlar saraya, yanında yeni görüntülerle…

“Hareketli Görüntüler Alemi” diye adlandırır padişah ve 1896 yılında önce saraya hizmet veren gösterilerin, halka da açılması konusunda talimat verir…

İlk sunum Beyoğlu’nda yapılır.
O dönemde ki ismiyle "Pera" şimdiki adıyla Beyoğlu’nun zengin sakinleri doldurur salonları…

Zaman içinde halkın sinemaya olan yoğun ilgisi padişahı endişelendirir, farklı dünyaları gören gözleri istemez…

Desteğini çeker ve 1908 yılına kadar İstanbul’a elektriğin girmesine izin vermez.

2. Meşrutiyetin ilanına kadar sinema sokaklarda, panayırlarda gezen stroskoplar yardımıyla izletilir.

Zamanla elektrik gelir caddeler,sokaklar aydınlanır.
Yabancı uyruklu vatandaşların girişimleriyle sinema salonları bir bir açılmaya başlar.
İstanbul’dan sonra “Hareketli Görüntüler Alemi” Anadolu’ya açılır sonrası malum…

sinema

26 Aralık 2010

SADAKA TAŞI…

Türk kültürünü her yönüyle araştırmış ve bunları arşivleyerek gelecek nesillere miras bırakmış Ord.Prof.Dr.Süheyl Ünver
Sayısız dergi , ansiklopedi ve gazetelerde yazıları yayınlanmış pek çok ödül almış kendisi…

Mesela bugünkü araştırmada bana lazım olan sadaka taşları ile ilgili şöyle bilgiler vermiş…

Sadaka Taşı Osmanlı döneminde düşünülmüş, kullanımı oldukça yaygın hatta en önemli icatlardan birisiymiş…

Çoğu mermerden yapılma silindir ya da kare şeklinde, iç kısmı oyuk ve bir yere sabit olan bu taşların içine durumu iyi olanlar muhtaçlara yardımda bulunmak isteyenler para bırakır, gecenin ilerleyen saatlerinde taşın yanına gelen fakirler bu paranın tamamını değil lazım olan kısmını kendisine alır, geri kalanını da bir başka yardıma muhtaç kişiye ya da kişilere bırakırmış…

sadaka tasi
İhtiyaç sahiplerinin rencide edilmemesi, alan elin veren eli görmemesi “DİNİMİZİN GEREĞİ” olduğundan özellikle gözden ırak yerlere bu taşlar konulurmuş. Cami avlusu, türbe köşeleri ya da mezarlıklara bırakılan bu taşlara bozuk madeni paranın yanı sıra yiyecek ya da giyecek bırakıldığı da görülürmüş.

Günümüzde göstere göstere yapılan yardımları izlerken daha iyi mukayese ediyor ve bu ince düşüncenin sahibi Osmanlının “neden bu kadar büyük bir devlet olduğunu” insan daha iyi anlıyor…

24 Ocak 2010

ATEŞ PAHASI…

Kanuni Sultan Süleyman adamlarıyla birlikte avlanmaya çıkar, çıkar çıkmasına da ani bir yağmur bastırır iliklilerine kadar ıslanırlar…
Titrer vaziyette karşılarına ilk çıkan kulübeye sığınırlar,ısınmak istediklerini söyler Kanuni kendini tanıtmadan…
Güzelce bir ateş yakan çoban kim olduğunu bilmeden ısınmalarını sağlar ateşi aynı ısıda tutarak…
Sultan Süleyman ısınıp neşesi yerine gelince “Bu ateş yüz altına değer” diye bir laf söyler.Kıyafetleri kuruyup, gitmeye hazırlanırken teşekkür için çobana üç altın uzatır…
Çoban elindeki altına bakarak dudak büker, her hallerinden durumları iyiyken adamlar neden üç altın vermiştir?
“Beyim “der, “Biraz önce ateşe yüz altın değer biçmişken ,bari biçtiğiniz değeri verin.”
Hiç ateşe yüz altın verilir mi? Ama Kanuni söylediği söze karşılık çobana yüz altını verir...

İşte “ateş pahası” deyimi bu olaydan sonra kullanılmaya başlar…


Photobucket

**Artık 10’ların 20’lerin adı var her şey ateş pahası birazda üşümemize nedendir eldeki mevcutla bir şeyler alalım dedik hayır amaçlı.Kısa sürer diye alelacele çıktık yok aradığımız şeyleri bulamadık üç bayan…
Hayatımda nadir üşüme anlarından biridir üstelik daha Ankara’ya kar gelmemişken.Öyle üşüdüm ki kaloriferin başında saatlerce titredim bir yandan bu olayı hatırladım,bir yandan kaleme aldım…

29 Mayıs 2009

SÖYLEMEDİ DEMEYİN...

Dans, ilk defa Fransa’da yapılmaya başlamış.Kanuni Sultan Süleyman idaresindeki Osmanlı İmparatorluğunun toprakları Avrupa’nın ortalarına kadar gelmiş. Fransa ile sınır komşusu… İşte tam o dönemde dansın ne olduğunu öğrenen Kanuni Sultan Süleyman tasvip etmediği bu olay karşısında hemen harekete geçer ve Fransa Kralı François’e bir mektup yazar…
“Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Kanuni Sultan Süleyman Han’ım Sefirimden aldığım rapora göre, memleketinizde dans adı altında kadın erkek birbirine sarılmak suretiyle insanlar arasında oyun oynanmakta olduğunu işitmiş bulunmaktayım.
Hemhudut olmaklığımız dolayısıyle, iş bu rezaletin memleketime de sirayeti ihtimali müvacehesinde Name-i Hümayunum elinize ulaştığından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat Ordu-yu Hümayunumla gelip men’e muktedirim!”

Rivayet o ki; Kanuni’nin bu mektubundan sonra Fransa’da yüz sene dans yapılmamıştır.

*Acaba yazının başlığını "Bir Türk'ün Ricası" olarak değiştirsem mi? :)

25 Ocak 2009

SIRADIŞI BİR İNŞAAT HİKAYESİ…

Bir rivayete göre diyerek başlıyacaktım yazıya yani ben öyle biliyordum ,son anda bakmak aklıma geldi Evliya Çelebi’nin naklettiği bir bilgiymiş bende kendi bildiklerimle harmanlayarak yazıyorum…
Süleymaniye Camisi yapılırken Mimar Sinan muhteşem eseri için öyle özen göstermişki en şiddetli depreme dayanıklı olsun ,hiçbir şekilde yıkılmasın diye temellerini iyi kazdırmış sırf kazılma işlemi üç sene sürmüş…
İnşaat süresi uzadıkça padişah sabırsızlanmış oysa bilememiş ince hesaplamaların,yazım –çizim ve geleceğe kalacak eserin mükemmel olması için zaman gerektiğini…Dile kolay tam yedi sene sürmüş Süleymaniye’nin yapımı…Zaman zaman saraydan kontrol için gelen Kanuni Sultan Süleyman işlerin yavaş gitmesinden şikayet eder dururmuş.İşte tam bu sırada İran Şahı inşaat yavaşladı diye sandıklar dolusu mücevher, bir de mektup yollamış.”Duyduğuma göre gücünüz yetmemiş cami yapımına “ diye …Çok kızmış sultan,hazine o zaman dolu memleket zaten zengin ama asıl sorun para değilmiş…Derhal emir vermiş--kendi paramızla yapacağımız camiye bir kuruş yabancı eli değemez al bunları kırdır diye vermiş sandıklar dolusu mücevheri Mimar Sinan’a ,tenezzül etmemiş yani padişah…Minarelerin yapıldığı zamana denk gelmiş.Büyük havanlarda dövülen mücevherler çimento harcına karıştırılmış.İşte güneş ışıkları vurduğunda Süleymaniye’nin minareleri bu yüzden pırıl pırıl parlarmış...

kynk.süleymaniye