20 Eylül 2010
BİR SKOLYOZ HASTASI - ZÜRAFA GEMİNA …
14 Eylül 2010
BİR YASTIKTA 86 YIL…
Bu başvuru o dönemde rekorları düzenleme ekibinde çalışan Iris Godette’nin dikkatini çeker. Çünkü ona göre dünyanın en uzun evliliğini büyükannesi ve büyükbabası yapmıştır.Ne var ki bunu tescillemek o güne kadar aklına gelmemiştir…
Kısa bir araştırmayla haklılığını kanıtlar ve 81 yılla “Dünyanın en uzun evliliği” ünvanı büyükannesi ve büyükbabasına verilir…
Kuzey Carolina’da oturan Herbert ve Zelmyra Fisher çifti 13 Mayıs 1924 tarihinde evlenmiştir.
Coca Cola şişeleme fabrikasından emekli Herbert Fisher, eşi Zelmyra’ya göre çalışkan,gayretli ve tasarruf sahibi bir babadır.Herbert ise Zelmyra’nın sağlıklı beslendiğini ve düzenli egzersiz yaptığını anlatır…
Birçok gazete ,dergi ve web sitesinde haberi çıkan çifte göre uzun evliliğin bir sırrı yoktur. Sadece “bu kadar uzun evli kalacağımızı bizde bilmiyorduk” diye açıklama yaparlar… :))
Bu uzun evlilikten Başkan Obama bile etkilenmiş olucak ki, Beyaz Saray’da yapacağı resmi davet için kendilerine övgü dolu davetiye gönderir…
Bugün Zelmyra Fisher 102 ,Herbert Fisher 106 yaşındadır ve 10 torun, 9 büyük torun, 4 büyük büyük torun sahibidir…
09 Eylül 2010
YOKLUKLAR İÇİNDE BULUNAN BİR İCAT…
Önce metal eşyalar pazarladı…
Mekanik eşyalar konusunda ki yeteneği bir yatırımcı tarafından keşfedilince, yatırımcı “kullanılıp atılacak yani tek kullanımlık bir şey” geliştirmesini istedi…
Gillette bir sabah traş olurken aklına gelen projeyle usturayı tekrar tekrar bilemek yerine çelik bıçağı iki levha arasına yerleştirmek, bunu da T biçiminde bir sapla tuturmaya karar verdi…
Buna göre, bıçak birkaç kez kullanılınca çıkarılıp atılacak yerine yenisi takılacaktı…
Buluş ilk günlerde kuşku ile karşılandı ancak bir süre sonra talep artmaya başladı…
Şirket ilk etapta 90 bin traş makinası ve 12 milyon 400 bin adet traş bıçağını sattı.
“Gillette” adı buluşla özdeşleşti ve tüm dünyada olduğu gibi “Jilet” olarak satılmaya devam etti…
08 Eylül 2010
ANDY KAUFMAN BİLMECESİ …
Şarlo karakterinin yaratıcısı Charlie Chaplin , bir arkadaş toplantısında tenorları bile kıskandıracak bir sesle arya seslendirmiş…
Arkadaşları “Ne kadar güzel sesin var? Neden opera söylemiyorsun” dediklerinde şu cevabı vermiş…
“Benim güzel bir sese sahip olduğum doğru değildir.Zaten aryada söylemeyi bilmem.Ben az önce Caruso’nun taklidini yaptım sizlere”…
~~~~~~~~
Gerçekten taklit yapmak ayrı bir yetenek…
Andy Kaufman’da bir dönem Amerika’da fırtınalar estirmiş…
Özellikle yaptığı Elvis Presley taklidi ile büyük bir hayran kitlesine ulaşmış.Kendi yarattığı karakterlerde aynı ilgiyi görmüş.Rolünü o kadar ustalıkla yapıyormuş ki izleyici bir süre sonra hangisi rol,hangisi gerçek ayırt edemez olmuş…
Ünlü komedyen ve stand-up sanatçısı şöhretin zirvesindeyken akciğer kanserine yakalanmış…
1984 yılında da hayatını kaybetmiş.Ağlayanlar, sızlayanlar,ölümünü kabul etmeyenlerle görkemli bir cenaze töreni ile uğurlama yapılmış…
Ancak asıl olaylar bundan sonra başlamış,fanatik hayranlarından bir kısmı ölümünü şüpheli bularak yıllarca kanıt aramış…
Seneler su gibi akıp geçmiş.Tam 20 yıl sonra bir adam çıkmış ortaya “Andy Kaufman” olduğunu iddia etmiş.Ailesinin isteği üzerine yapılan DNA testleri %99 doğrulamış sonucu.
”20 yıllığına gitmem gerekiyordu.Gittim ve döndüm” demiş, bu arada ailesi ile görüşmeyi de reddetmiş…
Bu sefer yaşadığına inanmayan hayranları varmış sahnede,ortaya çıkan adamı sahtekarlıkla suçlamışlar…
Kimisi “yaşıyor”, kimisi “yok öldü” derken tekrar sahnelere dönüş yapacağı ümidiyle beklemiş durmuş hayranları…
* Kaufman’ın fotoğrafını ilk defa gördüğümde (tabii kilo farkını göz ardı ederek J) “Ata Demirer’e ne kadar benziyor bu adam “ dedim…
Kimdir nedir ?derken böyle bir hikaye ile karşılaştım.İnsan kendi ölümünü planlar mı? veya bunu neden yapar? Bilinmeyen, bilinmeyenler…
Eskiler şöyle bir karıştırıldığında daha neler neler çıkar kimbilir???
04 Eylül 2010
ÖLÜMLÜ İLK TRAFİK KAZASI…
Ehliyetini yeni almış bir sürücü 12km hızla giderken yolda yürüyen bir bayana çarpar.
44 yaşındaki iki çocuk annesi Bridget Driscoll olay yerinde hayatını kaybeder…
“Kötü bir rastlantı” olarak değerlendirilen kaza sonrasında sürücüye herhangi bir ceza verilmez çünkü bu konuyla ilgili ceza kanununda bir madde yoktur…
Polis kayıtlarına geçen tarihteki bu ilk ölümlü trafik kazası “Böyle bir olayın bir daha yaşanmaması dileğiyle” kapatılır…
*Şimdi düşünülecek olursa, böyle bir temenni ne kadar şaşırtıyor insanı öyle değil mi?
kynk.
kynk.
ford foto.
19 Ağustos 2010
DÜNYA ŞAMPİYONUMUZUN TRAJİK ÖLÜMÜ…
“Bezirgan yanında mis kokar,
Demirci yanında is kokar,
İnsan kiminle arkadaşlık ederse,
Onun huyundan kapar…”
Şair ruhlu adammış Kara Ahmet...
Duygusal ve kibar biri olarak anılırmış arkadaşları tarafından…
Küçük yaşta yetim kalmış,evlenme çağına geldiğinde zengin bir ailenin kızı olan Fato’ya gönül vermiş.Annesini gönderip istetmiş.”Biz çulsuz adama kız vermeyiz.” deyince kızın ailesi kahrından her şeyini satıp İstanbul’a göç etmiş.
Çocuk yaşta başlayan güreş merakıyla Ethem Beyin güreş akademisine yazılmış.O dönemde Ethem Bey konusunda uzman, yüzden fazla öğrenciyi çalıştırmaktaymış…
Kara Ahmet yine dönemin usta isimleri Torlaklı Hafız Pehlivan,Hergeleci İbrahim, Galatasaray Sultanisi idman hocası Faik Beyden dersler almaya devam etmiş…
Belçika’da ,Avusturalya’da ve Rusya’da müsabakalara katılıp dereceler almaya başlamış,bu arada derdini anlatacak kadar Fransızca öğrenmiş…
Ardından ,1899 yılında düzenlenen Dünya Baş Pehlivanlığı Şampiyonasına katılmak için düşmüş Paris yollarına…
Tüm rakiplerini bir bir tuşlayarak finale kadar yükselmiş.Dünya Şampiyonu Fransız Paul Pons rakibini küçümseyip “Ben Kara Ahmet’i samanlık çuvalı yerden yere vururum.” diye gazetelere demeç vermiş.İlk maç zorlu başlamış Kara Ahmet’le Paul Pons iki saat güreş tutmuş sonuç berabere …
Ertesi güne sarkan maç bu sefer üç saat sürmüş gene berabere kalınmış.Üçüncü günde durum değişmemiş…
Jüri dördüncü ve son kez güreşe karar vermiş.Altı saat süren müsabaka gene berabere bitince sonuç jüriye kalmış.”Kara Ahmet’e meydan okuyan sendin yenmen gerekirdi,üstelik sen daha gençtin,rakibin önceki maçlardan yorgundu.” diyerek Kara Ahmet’i Dünya Şampiyonu ilan etmiş…
1900 ‘lü yıllara gelindiğinde Kara Ahmet göğsündeki ağrılar nedeniyle güreşi bırakmış.
24.05.1902 günü İstanbul Aksaray’daki bir gezinti esnasında fenalaşarak yere yığılmış.Hükümet doktorları Şevket ve İsmail beylerin muayenesi ile “Kalp yetmezliğiden ölüm” raporu verilmiş.
Ertesi sabah Eyüp Sultan Kabristanına gömülmüş.Aynı günün akşamı mezarlıktan gelen sesler ve çalışanlarının anlattıkları karşısında şüpheye düşen yetkililer, mezarın açılması talimatını vermiş.Ortaya çıkan görüntü şok etkisi yaratmış.Naaşı tekrar muayeneye gönderilen Kara Ahmet’in aslında ölmediği geçirdiği zatürre krizi nedeniyle bayıldığı anlaşılmış…
Yararlanılan kynk. Heeri / Sezai Işkın‘la Er Meydanı
foto.
Oldum olası sevmedim, çok uzun metinleri okurken hala sıkılıyorum.Belki de tarih bilgisindeki eksikliğim bundan kaynaklanmakta.
30 Temmuz 2010
GIGANTISM HASTASI ANNA HAINING SWAN...
Kanadalı Anna Haining Swan’de bu hastalıkla doğanlardan...
9 kilo doğmuş, 5 yaşına geldiğinde boyu 140 cm’in üzerinde, bir yetişkin olduğunda boyu 228 cm’i gösteriyormuş…
Dev boyutları nedeniyle gelen şov tekliflerini her seferinde geri çevirmiş,çünkü ailesi Anna’nın iyi bir eğitim almasını istiyormuş…
Sonunda teklif edilen astronomik rakam karşısında ailede pes etmiş…
İlk iki gösteride halk, bu dev kadını görebilmek için New York Amerikan Müzesine resmen akın etmiş…
1865 yılındaki müze yangınında mahsur kalan Anna Haining’i çıkarmak için yıkılan blok duvardan ,18 itfaiyeci sayesinde kurtulmuş…
25 yaşındayken , o dönemde “Kentucky Devi “ ismiyle bilinen Yüzbaşı Martin Van Buren ile evlenmeye karar vermiş…
219 cm’lik boyuyla Anna’nın kalbini çalan Martin Van Buren oturacakları evin dizaynını yine kendileri gibi dev boyutlarda yaptırmış.
Öyle ki eve gelen ziyaretçiler oturmak için sandalyelere tırmanmak zorunda kalıyormuş…
İki çocuğunu da doğumdan kısa bir süre sonra kaybetmiş.Anne ve babalarıyla aynı kaderi paylaşan çocuklar irilik dolayısıyle yaşamamış.Hatta çocuklardan biri doğduğunda 10.6 kg ve 71 cm uzunluğundaymış…
Anna Swan ,1888 yılında kalp yetmezliğine bağlı olarak hayata gözlerini yummuş.Öldüğünde 42 yaşındaymış…
24 Temmuz 2010
MCQUEEN 'İN HAYAT YORUMU...
Öldüğünde garajlarından yüzlerce araba ve motorsiklet çıkartılmış bu onun en büyük tutkusuymuş…
19 Temmuz 2010
FUTBOL OYNAMAMA ŞARTIYLA KURULAN BEŞİKTAŞ…
Son bir girişimle Başyaver Mehmet Paşa’ya durum iletildi…
Güvenlik nedeniyle bu tür oluşumlara izin verilmeyen bir saray ortamında Mehmet Paşa durumu padişaha anlatmak için uygun bir zamanı kolladı…
Bir süre sonra durumu öğrenen Sultan II. Abdülhamid gençlerin “yalnızca spor yapmak amacıyla bir spor kulübü kurma isteğini” değerlendirmeye aldı…
Ancak bir koşulu vardı !!!
“Çocuklar , İngilizler’in icadı ayak topunu oynamayacaklardı."
Türkiye’nin ilk spor kulübü bu şart ile kuruldu…
~~~~~~
* Haftalar önce yazmayı planladığım bir yazıydı.Nihayet tamamlandı…
İlgimi çeken ,ülkenin büyük takımlarımdan biri olmadan önceki bu başlangıç noktasıydı…
foto.
kynk.Bütün Dünya/ Ocak 2003
04 Temmuz 2010
MEFARET HANIM…
1951 yılında tayin olduğu Bodrum’un ilk kadın hakimi olur…
Kısa sürede sever Bodrum halkı Mefaret Hanımı…
Dürüst temiz kişiliğini örnek gösterir…
1954 yılında intihar eder…
Kimine göre nişanlısının ölümü sebeptir bu intihara,kimine göreyse idam cezası verdiği bir gencin abisi kaçırıp tecavüz eder Mefaret Hanıma…
Bunu hazmedemeyen Bodrum Hakimi intihar eder…
Adına türkü yakılır…
20 Haziran 2010
ÇİRKİNLİĞE KARŞI SİGORTA...
“Eğer yaşlanınca çirkinleşirsen seni terkederim” diye tehdit eder...
Sarfedilen bu cümle karşısında ne yapacağını bilemeyen genç bayan düşünüp taşınır ve en sonunda soluğu bir sigorta şirketinde alır...
Sigorta şirketine eşinin hamileliği sırasında da kendisini beğenmediğini, bunu sık sık dile getirdiğini anlatarak güzelliğini sigorta ettirmek istediğini anlatır...
Bunun üzerine sigorta şirketi Nicole Jones’un aylık 200 pound (yaklaşık 480 TL) ödemesi karşılığında on yıllık sigorta yapabileceğini,bu süre zarfında on kişiden oluşan denetçi kurul ile bayanı ara ara denetleyeceğini şayet eşi tarafından eski güzelliğini yitirdiği gerekçesiyle terkedilirse 100.000 pound ( eski paramızla 260 milyar) ödemeyi taahhüt eder...
kynk.
kynk.
04 Haziran 2010
YANLIŞLIKLA YIKILAN BERLİN DUVARI…
Ölenler arttıkça adı “Utanç Duvarı” diye anılmaya başlamış…
Gelişen olaylar, sebepler burada ayrıntılı anlatılmış…
Benim ilgimi çeken asıl bölüm duvarın yıkılışı…
Sovyetler Birliği son devlet başkanı Mihail Gorbaçov ve politbüro sözcüsü Günter Schabowski’nin 1989 yılında katıldığı belgesel sonrasında gelişiyor her şey…
Programda Schabowski’nin “vize alan herkes batıya geçebilir” sözü ,”herkes batıya geçebilir” şeklinde aktarılıyor ve bunun üzerine sevinen halk Brandenburg kapısına yığılıyor…
Bu durum karşısında ne yapacağını bilemeyen nöbetçiler halkı durdurmak istese de arkadan gelen binlerce kişiye engel olamıyorlar…
Birkaç dakika içinde kaldırılmak zorunda kalan bariyerlerle birlikte binlerce kişi Tv kameralarına gülerek ve el sallayarak Batı tarafına geçiyor…
İlerleyen yıllarda Berlin Duvarı’nın yanlışlıkla yıkılmasıyla ilgili BBC kanalı bir belgesel çekiyor…
29 Mayıs 2010
REMZİYE HANIMIN NESCAFE İLE ÇİZDİĞİ TABLOLAR...
Kendisi oldukça nazik,düşünceli ve prensipli kişiliğine hayranlık duyduğum bir büyüğüm...
Remziye Efcan bir resim sanatçısı.Yurtiçi ve yurtdışında pek çok kişisel sergiler açmış.Ne ilginçtir ki, bu işe profesyonel olarak 50’li yaşlarda yakalandığı kanser rahatsızlığından sonra başlamış.Temelde varolan yeteneğini terapi amaçlı kullanmaya başlayarak resime yoğunlaşmış…
Tablolarında yağlı ve suluboyanın yanı sıra granül nescafe kullanmakta.Bu tekniği tuvalin üzerine yanlışlıkla dökülen nescafe sayesinde bulmuş ve hocasıyla üzerinde çalışarak geliştirmiş…
Nescafe’den resim nasıl olur acaba? diye düşünürken karşımda birkaç saat içinde biten Namık Kemal portresiyle şaşırıp kaldım…
Özellikle Osmanlı resimlerinde bu teknikle güzel sonuçlar elde ettiğini,üstelik maliyetininde çok düşük olduğunu söyledi…
Bunun dışında soğan kabukları ve böğürtlenden elde ettiği renkleri resimlerinde kullandığını anlattı…
27 Mayıs 2010
AYNADAKİ RUJ İZLERİ…
Kendisine ne kadar yakıştığını düşünürken içinden gelen bir hareketle dudaklarını aynaya yapıştırıp ruj izini aynaya bırakır.Yaptığı bu hareketin okul içinde önce bir modaya , sonrada bir krize dönüşeceğini tahmin edemez tabi…
“Bakın” der “O kurumuş ruj lekelerini temizlemek o kadar zor ki,şimdi görevli arkadaşımız bu izleri size nasıl temizlediğini gösterecek.” Başıyla işaret ederek görevliyi çağırır…
~~~~
*Bana göre dünyadaki en zor işlerden biridir ,yönetici olmak ve idarenizdeki kişileri yönetmek.Bir kere ayrı meziyetlerinizin olması gerekir...
Olasılıkları iyi düşünemiyor,çözüm üretemiyorsanız o zaman hiç denemeyin derim...
25 Mayıs 2010
BİR ŞEYLER DEĞİŞMİŞ OLMALIYDI…
Aslında çok yazık bu anlatılan,yıl 2010 birşeylerin çoktan değişmiş olması gerekirdi.Hala daha kendini kandıran,resmi nikah olmadan yaşayan kadınların olması şaşırtmaya devam ediyor insanı…
17 Mayıs 2010
JEAN’E TÜRKİYE’DE NEDEN KOT DENİLİYOR ?
Anlatılmayı bekleyen bir başarı hikayesi daha ,her ne kadar sonu hüzünle bitse de…
1940 yılında Fransa’ya gitmiş ilk defa orada görmüş blucini (bluejean) işadamı Muhteşem Kot…
Dikilişi,dayanıklı oluşu güven vermiş kumaşın “ben bunu Türkiye’de üretirim.” demiş ve döner dönmez başlamış hazırlıklara…
Öyle ki 1960 yılına geldiğinde günde 200 adet üretir hale gelmiş,çünkü talep inanılmazmış...
Aynı yıl soyadıyla özdeşleşen “KOT” adı markalaşmış Muhteşem Kot’un…
Turgut Özal’ın serbest piyasa ekonomisiyle yabancılara açılan kapılar markanın satışlarını etkilemeye başlamış.80’li yıllar zor geçmiş…
Yabancı mallara olan taleple satışları iyice düşmüş ve 1992 yılında üretimini durdurmak zorunda kalmış…
Böylece çekilmiş piyasadan bırakmış bu işleri ama ismini de dilimize miras bırakmış…
kynk. (1) (2)
10 Mayıs 2010
ST.HELENS KAZASI VE MUCİZEVİ YOLCULARI…
Kutlamalar için farklı şehirlerde oturan beş çocuk, onbeş torun ve damatların bir araya geleceği bir parti planlanır…
Karla’nın babası bu yolculuk için,tek motorlu dört kişilik bir uçak kiralar ve eşi Dolly ile Karla’yı almak için önce Seattle kentine doğru yola çıkarlar…
Ne var ki Karla’nın eşi Loren’ın son anda işi çıkar…
Ailece çok sevilen Loren’ın gelemiyecek olmasına üzülseler de, planda bir değişiklik yapmadan devam ederler…
O dönemde tıp eğitimi alan ve geçimlerine katkı sağlamak için gece kulüplerinde trompet çalan Loren ise eşini ve iki ay önce doğan kızını yolcu edip işyerine doğru yola koyulur…
Karla’nın babası Grant Erickson,annesi Dolly Erickson ve bebeği Laurie Little 23 Haziran 1966 günü o küçük uçakla havalanır…
Başlangıçta güzel başlayan yolculuk ilerleyen saatlerde yerini sessizliğe bırakır.Fırtına ve buzlanmanın etkisiyle uçağın motoru aniden durup, irtifa kaybetmeye başlar…
O sırada sessizce ağlayan Karla Little küçük kızına sıkıca sarılır…
İniş için uygun bir yer arayan ve uçağı korumaya çalışan Grant Erickson’ın tüm çabalarına rağmen sonuç kaçınılmaz olur…
Uçak St.Helens dağına düşüp,bir uçurumun kenarına kadar sürüklenir…
Karla kendine geldiğinde kızı Laurie’yi kollarında ağlarken bulur…
Karların arasında aşağıya doğru yan yatmış uçakta bebeğini kontrol eder ve alnındaki morluk dışında herhangi bir yara izi rastlamaz…
Bu arada anne ve babasına da seslenir ancak bir yanıt alamaz…
Vücudundaki acı ve hissizliği o zamana kadar anlamayan Karla kızının ağlamasıyla tekrar kendine gelir,Laurie’nin acıktığını anlar…
Koltuğun hemen arkasında duran kavanozlardaki mamalara ulaşıp kızını zorda olsa doyurur.Battaniyelere sımsıkı sarıp onu uyutur…
Bacaklarını hareket ettirememesine rağmen önde oturan anne ve babasına doğru uzanır fakat yine yanıt alamaz.Baygın olduklarına kendini inandırmaya çalışır…
Uçağın gecikmesi olması ve ardından kayıp haberi çok geçmeden Loren’a ulaşır…
Arazinin geniş olmasına rağmen hesaplamalar yapılır ve ABD ordu helikopteri dahil bir çok ekip arama ve kurtarma çalışmalarına katılır…
Büyük üzüntü ve panik içindeki Loren’sa bir arkadaşına ait uçakla havalanmıştır…
İlk gece Karla ara ara uyuyup Laurie’nin ağlama sesiyle uyanır.Onu doyurur,altını değiştirip tekrar uyutur.Bu arada mamayı da idareli kullanmak için çaba gösterir…
İkinci günün sonunda enkaz bir pilot tarafından fark edilir…
Vücudunda birçok kesiği bulunan,kalça kemiği kırılan,ciğerleri hasar gören ve bacakları soğuktan donan Karla’ya ulaşılır.Bebeği kucağında uyuyordur.O ise Bitkin bir halde gözlerini açıp,gülümser...
Doktorlar anne ve babasının ölümüne neden olan yaraların aynısına sahip olmasına rağmen Karla’nın hayatta kalmasını Laurie’ye bağlar…
Yavrusunu koruma içgüdüsüyle hayatta kalan annenin öyküsü günlerce basın tarafından takip edilir…
Kısmi felç olsa da Karla birkaç yıl sonra tekrar yürümeye başlar.Loren 1969 yılında Tıp Fakültesinden mezun olur, Vietnam savaşından sonra da göz kliniği açar.Bu arada ikinci çocukları Richard Everton Little dünyaya gelir…
Gecikmeli de olsa yüreği anne ruhuyla atan herkesin anneler gününü kutluyor, bu öyküyü onlara armağan ediyorum…
kynklar. (1) (2)
26 Nisan 2010
MUTLU SONA AZ KALDI !!!
Başlangıçta bu kadar zorlanacağını hesaplamış mı? bilinmez, bu istek zamanla bir hayale dönüşmüş.Çünkü her girdiği sınavdan başarısız olarak çıkmış…
2005 yılında ilk başvurusunu yapan Soon, farkında olmadan bir rekora da imza atmış.Öyle ki 950 kere sınava girmiş…
Son beş yılda ulaşım ve ek masraflar hariç sadece başvuru ücretlerine 4200 $ harcamış…
Nihayet son yazılı sınavda 60 puan alarak,direksiyon sınavına girmeye hak kazanmış…
BBC ile yaptığı röportajda “Güçlü olun ve hayallerinizden vazgeçmeyin…” diyerek birde tavsiyede bulunmuş… :))
bbc röportaj.
kynk.
kynk.
06 Nisan 2010
KAYITLARA GEÇEN İLK ESTETİK AMELİYAT…
Gözkapaklarını kullanır,yemek yemeye başlar ve tekrar sosyal yaşantısına geri döner...
İlerleyen zaman içinde kontrollere ara veren Walter Yeo’dan bir daha haber alınmaz...
Hala daha Walter Yeo’ya ne olduğunu,ameliyat sonrası neler yaptığını merak edenler var...
Fotoğraf Sanatçısı Paddy Hartley’de bu kişilerden biri…
Hartley uzun yıllar Walter Yeo’nun akrabalarını bulmaya çalışmış,internet üzerinden duyurular yapmış…
Yeo’nun son olarak 1938'de Plymouth'taki Royal Naval Hastanesi'e gittiği bilgisine ulaşmış…
Yeo’nun yakınlarını aramaya devam eden sanatçı, birkaç yıl önce savaştaki askerlere ait kişisel eşya ve fotoğraf sergisi açmış,tabii Walter Yeo’nun resimlerini eklemeyi unutmamış…
21 Mart 2010
GERGEDAN RUPERT’IN SIRADIŞI ÖYKÜSÜ…
Dr John Condy’nin oğlu Mike Condy gergedana “Rupert” adını koyar. Zaman içinde aile fertlerinden biri haline gelen Rupert’ı özel formüllü bir sütle büyütmeye başlarlar.
Herkes kedi köpek beslerken, onların bir gergedana bakıyor olması Mike’a müthiş bir mutluluk verir…
Gergedanların evcilleştirilmesi mümkün olmamasına rağmen, oturma odasında uyuyan,veranda da dinlenen ve söylenenleri artık anlamaya başlayan gergedan,çocukların en iyi oyun arkadaşı olur… Dr John Condy,1960 yılında Güney Afrika ülkesi, eski adı Rodezya şimdiki adıyla Zimbabve’ye görevli olarak atanır.Bir süre sonra diğer çalışma arkadaşları gibi İngiltere’de yaşayan ailesini de yanına getirtir…
O dönemde Zambezi nehri üzerine kurulan Kariba barajı tamamlanmasıyla bölgedeki vahşi yaşam alanlarının bir kısmı sular altında kalır.Bu durumdan olumsuz etkilenen hayvanları kurtarma çalışmalarında bulunan Dr Condy, annesi suda boğulmuş bir bebek gergedana sahip çıkarak eve getirmek zorunda kalır…
Birlikteliklerinin sekizinci yılında Rupert hastalanır.Uzunca bir süre bununla mücadele eder,ancak kurtarılamayarak ölür…
Bugün 50’li yaşlarında olan Mike Condy gergedanı Rupert ile yaşadıklarını asla unutamayacağını,onu hep sevgiyle hatırlayacağını anılarında anlatır…