Bütün deterjanların OMO, katıyağlarında SANA olduğu bir dönem vardı ya işte bu da o hesap ama tek bir farkla değişmemiş ismi KOT olarak kalmış…
Anlatılmayı bekleyen bir başarı hikayesi daha ,her ne kadar sonu hüzünle bitse de…
1940 yılında Fransa’ya gitmiş ilk defa orada görmüş blucini (bluejean) işadamı Muhteşem Kot…
Dikilişi,dayanıklı oluşu güven vermiş kumaşın “ben bunu Türkiye’de üretirim.” demiş ve döner dönmez başlamış hazırlıklara…
Öyle ki 1960 yılına geldiğinde günde 200 adet üretir hale gelmiş,çünkü talep inanılmazmış...
Aynı yıl soyadıyla özdeşleşen “KOT” adı markalaşmış Muhteşem Kot’un…
Turgut Özal’ın serbest piyasa ekonomisiyle yabancılara açılan kapılar markanın satışlarını etkilemeye başlamış.80’li yıllar zor geçmiş…
Yabancı mallara olan taleple satışları iyice düşmüş ve 1992 yılında üretimini durdurmak zorunda kalmış…
Böylece çekilmiş piyasadan bırakmış bu işleri ama ismini de dilimize miras bırakmış…
kynk. (1) (2)
17 Mayıs 2010
"HARİKA" KELİMESİ YANINDA HİÇ KALDI...
Bu görüntüleri ilk gösterimde 8.7 milyon kişi izledi...
müzik. My Name is Lincoln - Elizabeth and the Island soundtrack
15 Mayıs 2010
BİBLİYOFİL OLMAK YA DA OLMAMAK…
Yıllar sonra ilk karşılaşmamız…Sıkıca sarıldı Selma teyze.”Nasılsın? Neler yapıyorsun?” diye sordu.
“Peki halâ kitap okuyormusun ?” bütün çocuklar sokakta oynarken,sen kaldırıma oturur bulduğun gazete sayfasını okurdun.”diye devam etti.
Şaşırdım, oysa hoplayıp zıplayan,olmadık yerlere tırmanıp ordan oraya koşturan bir çocukluk geçirdiğimi düşünürdüm.
Şaşırdım, oysa hoplayıp zıplayan,olmadık yerlere tırmanıp ordan oraya koşturan bir çocukluk geçirdiğimi düşünürdüm.
Evet tüm hızıyla okumaya devam ediyorum.Ama her şeyi değil tabi sadece ilgimi çekenleri…
Sonradan olmuyor bu iş, bazı arkadaşlar başaramadıklarını okurken sıkıldıklarını anlatıyorlar.Olabilir…
Bu arada hafta içi girdiğim sınavın sorularından biriydi, bibliyofil (bibliophile) …
Daha önce kullanmadığım bir kelime,gerçi yazı dili dışında lazım olucak gibi durmuyor.Yunanca biblion(kitap) kelimesinden türemiş.Okuma düşkünü,kitapsever anlamında.
Evet kitapları seviyorum ama bibliyofil tanımlamasına tam anlamıyla uyduğumu sanmıyorum…
Daha önce kullanmadığım bir kelime,gerçi yazı dili dışında lazım olucak gibi durmuyor.Yunanca biblion(kitap) kelimesinden türemiş.Okuma düşkünü,kitapsever anlamında.
Evet kitapları seviyorum ama bibliyofil tanımlamasına tam anlamıyla uyduğumu sanmıyorum…
~~~~
diğer benzer kelimeler,
Bibliyoman: hastalık derecesinde kitap düşkünü,
Bibliyotek: Kitaplık
Bibliyofobi:Kitap korkusu
Bibliyoman: hastalık derecesinde kitap düşkünü,
Bibliyotek: Kitaplık
Bibliyofobi:Kitap korkusu
13 Mayıs 2010
İŞYERİNDE YETMEYEN ÇAY SORUNU…
İşyerinde çay işlerine bakan Bülent bey bugünlerde pek bir sıkıntılı…
Çayı bir türlü yetiremiyor.Eğer çay planlanandan erken bittiyse ya “su çektim” ya da “demlenmek üzere” gibi cümlelerle bizi oyalama yoluna gidiyor…
Durum böyle olunca o da kendince teknikler geliştiriyor…
İşte yetmeyen çaya çözüm, triplex çaydanlık !!!
Çayı bir türlü yetiremiyor.Eğer çay planlanandan erken bittiyse ya “su çektim” ya da “demlenmek üzere” gibi cümlelerle bizi oyalama yoluna gidiyor…
Durum böyle olunca o da kendince teknikler geliştiriyor…
İşte yetmeyen çaya çözüm, triplex çaydanlık !!!
11 Mayıs 2010
GÜLÜMSEYİN ÇEKİYORUM…
Emrivaki yapılarak bir kursa kayıt olunur mu? Oldu işte.Detaylara girmeyeyim gülersiniz sonra…
Diksiyon dersine yazıldık üç arkadaş… :))
Hoca derseniz enteresan bir bayan…
Dersin sonunda güzel konuşma, mimikleri iyi,sözcükleri doğru kullanabilme konusunda öğrenciler kafalarına takılan soruları soruyor o da cevaplıyor…
Sıra bana geldi...
“Yabancıların fotoğraf çekerken kullandıkları “cheese“ kelimesine karşılık bizim neden “gülümseyin ve peynirrrr deyin” dediğimizi, normal şartlarda peynir kelimesinin telaffuzunda ağzımızın aldığı şeklin gülümseme ifadesi olmadığını anlattığımda, “haklısın”dedi ve bunu daha önce hiç düşünmediğini söyledi.
Ama öyle…
Biz eskiden fotoğraf çekerken ne derdik??
Sadece ”Gülümseyinn,çekiyorummm…”
Diksiyon dersine yazıldık üç arkadaş… :))
Hoca derseniz enteresan bir bayan…
Dersin sonunda güzel konuşma, mimikleri iyi,sözcükleri doğru kullanabilme konusunda öğrenciler kafalarına takılan soruları soruyor o da cevaplıyor…
Sıra bana geldi...
“Yabancıların fotoğraf çekerken kullandıkları “cheese“ kelimesine karşılık bizim neden “gülümseyin ve peynirrrr deyin” dediğimizi, normal şartlarda peynir kelimesinin telaffuzunda ağzımızın aldığı şeklin gülümseme ifadesi olmadığını anlattığımda, “haklısın”dedi ve bunu daha önce hiç düşünmediğini söyledi.
Ama öyle…
Biz eskiden fotoğraf çekerken ne derdik??
Sadece ”Gülümseyinn,çekiyorummm…”
GAMZEDEYİM DEVA BULMAM...
1975/ Baba Bizi Eversene filminden...
Barış Manço ve Kurtalan Ekspres
* şu an ilaç niyetine...:((
10 Mayıs 2010
ST.HELENS KAZASI VE MUCİZEVİ YOLCULARI…
Karla Little ve ailesi,California’da yaşayan büyükanne ve büyükbabasının 50. evlenme yıldönümleri için haftalar öncesinden hazırlık yapmaya başlarlar.
Kutlamalar için farklı şehirlerde oturan beş çocuk, onbeş torun ve damatların bir araya geleceği bir parti planlanır…
Karla’nın babası bu yolculuk için,tek motorlu dört kişilik bir uçak kiralar ve eşi Dolly ile Karla’yı almak için önce Seattle kentine doğru yola çıkarlar…
Ne var ki Karla’nın eşi Loren’ın son anda işi çıkar…
Ailece çok sevilen Loren’ın gelemiyecek olmasına üzülseler de, planda bir değişiklik yapmadan devam ederler…
O dönemde tıp eğitimi alan ve geçimlerine katkı sağlamak için gece kulüplerinde trompet çalan Loren ise eşini ve iki ay önce doğan kızını yolcu edip işyerine doğru yola koyulur…
Karla’nın babası Grant Erickson,annesi Dolly Erickson ve bebeği Laurie Little 23 Haziran 1966 günü o küçük uçakla havalanır…
Başlangıçta güzel başlayan yolculuk ilerleyen saatlerde yerini sessizliğe bırakır.Fırtına ve buzlanmanın etkisiyle uçağın motoru aniden durup, irtifa kaybetmeye başlar…
O sırada sessizce ağlayan Karla Little küçük kızına sıkıca sarılır…
İniş için uygun bir yer arayan ve uçağı korumaya çalışan Grant Erickson’ın tüm çabalarına rağmen sonuç kaçınılmaz olur…
Uçak St.Helens dağına düşüp,bir uçurumun kenarına kadar sürüklenir…
Karla kendine geldiğinde kızı Laurie’yi kollarında ağlarken bulur…
Karların arasında aşağıya doğru yan yatmış uçakta bebeğini kontrol eder ve alnındaki morluk dışında herhangi bir yara izi rastlamaz…
Bu arada anne ve babasına da seslenir ancak bir yanıt alamaz…
Vücudundaki acı ve hissizliği o zamana kadar anlamayan Karla kızının ağlamasıyla tekrar kendine gelir,Laurie’nin acıktığını anlar…
Koltuğun hemen arkasında duran kavanozlardaki mamalara ulaşıp kızını zorda olsa doyurur.Battaniyelere sımsıkı sarıp onu uyutur…
Bacaklarını hareket ettirememesine rağmen önde oturan anne ve babasına doğru uzanır fakat yine yanıt alamaz.Baygın olduklarına kendini inandırmaya çalışır…
Uçağın gecikmesi olması ve ardından kayıp haberi çok geçmeden Loren’a ulaşır…
Arazinin geniş olmasına rağmen hesaplamalar yapılır ve ABD ordu helikopteri dahil bir çok ekip arama ve kurtarma çalışmalarına katılır…
Büyük üzüntü ve panik içindeki Loren’sa bir arkadaşına ait uçakla havalanmıştır…
İlk gece Karla ara ara uyuyup Laurie’nin ağlama sesiyle uyanır.Onu doyurur,altını değiştirip tekrar uyutur.Bu arada mamayı da idareli kullanmak için çaba gösterir…
İkinci günün sonunda enkaz bir pilot tarafından fark edilir…
Vücudunda birçok kesiği bulunan,kalça kemiği kırılan,ciğerleri hasar gören ve bacakları soğuktan donan Karla’ya ulaşılır.Bebeği kucağında uyuyordur.O ise Bitkin bir halde gözlerini açıp,gülümser...
Doktorlar anne ve babasının ölümüne neden olan yaraların aynısına sahip olmasına rağmen Karla’nın hayatta kalmasını Laurie’ye bağlar…
Yavrusunu koruma içgüdüsüyle hayatta kalan annenin öyküsü günlerce basın tarafından takip edilir…
Kısmi felç olsa da Karla birkaç yıl sonra tekrar yürümeye başlar.Loren 1969 yılında Tıp Fakültesinden mezun olur, Vietnam savaşından sonra da göz kliniği açar.Bu arada ikinci çocukları Richard Everton Little dünyaya gelir…
* Geçen senelerde okuduğum ve çok etkilendiğim bir olaydı.Uzun olduğu içinde derleyip toparlamak pek mümkün olmadı yani anneler gününe yetişmedi…
Gecikmeli de olsa yüreği anne ruhuyla atan herkesin anneler gününü kutluyor, bu öyküyü onlara armağan ediyorum…
kynklar. (1) (2)
Kutlamalar için farklı şehirlerde oturan beş çocuk, onbeş torun ve damatların bir araya geleceği bir parti planlanır…
Karla’nın babası bu yolculuk için,tek motorlu dört kişilik bir uçak kiralar ve eşi Dolly ile Karla’yı almak için önce Seattle kentine doğru yola çıkarlar…
Ne var ki Karla’nın eşi Loren’ın son anda işi çıkar…
Ailece çok sevilen Loren’ın gelemiyecek olmasına üzülseler de, planda bir değişiklik yapmadan devam ederler…
O dönemde tıp eğitimi alan ve geçimlerine katkı sağlamak için gece kulüplerinde trompet çalan Loren ise eşini ve iki ay önce doğan kızını yolcu edip işyerine doğru yola koyulur…
Karla’nın babası Grant Erickson,annesi Dolly Erickson ve bebeği Laurie Little 23 Haziran 1966 günü o küçük uçakla havalanır…
Başlangıçta güzel başlayan yolculuk ilerleyen saatlerde yerini sessizliğe bırakır.Fırtına ve buzlanmanın etkisiyle uçağın motoru aniden durup, irtifa kaybetmeye başlar…
O sırada sessizce ağlayan Karla Little küçük kızına sıkıca sarılır…
İniş için uygun bir yer arayan ve uçağı korumaya çalışan Grant Erickson’ın tüm çabalarına rağmen sonuç kaçınılmaz olur…
Uçak St.Helens dağına düşüp,bir uçurumun kenarına kadar sürüklenir…
Karla kendine geldiğinde kızı Laurie’yi kollarında ağlarken bulur…
Karların arasında aşağıya doğru yan yatmış uçakta bebeğini kontrol eder ve alnındaki morluk dışında herhangi bir yara izi rastlamaz…
Bu arada anne ve babasına da seslenir ancak bir yanıt alamaz…
Vücudundaki acı ve hissizliği o zamana kadar anlamayan Karla kızının ağlamasıyla tekrar kendine gelir,Laurie’nin acıktığını anlar…
Koltuğun hemen arkasında duran kavanozlardaki mamalara ulaşıp kızını zorda olsa doyurur.Battaniyelere sımsıkı sarıp onu uyutur…
Bacaklarını hareket ettirememesine rağmen önde oturan anne ve babasına doğru uzanır fakat yine yanıt alamaz.Baygın olduklarına kendini inandırmaya çalışır…
Uçağın gecikmesi olması ve ardından kayıp haberi çok geçmeden Loren’a ulaşır…
Arazinin geniş olmasına rağmen hesaplamalar yapılır ve ABD ordu helikopteri dahil bir çok ekip arama ve kurtarma çalışmalarına katılır…
Büyük üzüntü ve panik içindeki Loren’sa bir arkadaşına ait uçakla havalanmıştır…
İlk gece Karla ara ara uyuyup Laurie’nin ağlama sesiyle uyanır.Onu doyurur,altını değiştirip tekrar uyutur.Bu arada mamayı da idareli kullanmak için çaba gösterir…
İkinci günün sonunda enkaz bir pilot tarafından fark edilir…
Vücudunda birçok kesiği bulunan,kalça kemiği kırılan,ciğerleri hasar gören ve bacakları soğuktan donan Karla’ya ulaşılır.Bebeği kucağında uyuyordur.O ise Bitkin bir halde gözlerini açıp,gülümser...
Doktorlar anne ve babasının ölümüne neden olan yaraların aynısına sahip olmasına rağmen Karla’nın hayatta kalmasını Laurie’ye bağlar…
Yavrusunu koruma içgüdüsüyle hayatta kalan annenin öyküsü günlerce basın tarafından takip edilir…
Kısmi felç olsa da Karla birkaç yıl sonra tekrar yürümeye başlar.Loren 1969 yılında Tıp Fakültesinden mezun olur, Vietnam savaşından sonra da göz kliniği açar.Bu arada ikinci çocukları Richard Everton Little dünyaya gelir…
Gecikmeli de olsa yüreği anne ruhuyla atan herkesin anneler gününü kutluyor, bu öyküyü onlara armağan ediyorum…
kynklar. (1) (2)
05 Mayıs 2010
GALATA KULESİNİ RESMEDERKEN…
"İki parmağının ucunu gözüne koy, Bir şey görebiliyormusun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu alem yok değildir..." demiş Mevlana.
İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi İlker Özcivan’ın görüntülediği bir fotoğraf…
Galata Kulesini çekmeyi planlarken “tekrarı mümkün olabilir mi?” denecek bir an yakalamış…
foto.
İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi İlker Özcivan’ın görüntülediği bir fotoğraf…
Galata Kulesini çekmeyi planlarken “tekrarı mümkün olabilir mi?” denecek bir an yakalamış…
foto.
GÜNLERİN İSİM KAYNAĞI…
Mehmet Ali beyin annesi Azeri kökenliymiş…
”Her günün bir ertesi var.Cuma-Cumartesi , Pazar- Pazartesi,Çarşamba-Perşembe bir tek Salı gününün eşi yok.O yüzden annemler Salı gününe “tek” derlerdi.Mesela günlerden ne diye sorardık ”tek” şeklinde cevap verirdi.” diye anlatıyor bizlere…
Tabi sohbetin konusu Tamer Korugan’ın kitabında anlatılan gün isimlerinin kaynağı...
Bilinenin aksine hiçbiri Türkçe değil.
Yedi günü temsilen kullandığımız “hafta” sözcüğü Farsça’daki yedi sayısından gelmekte ve “heft” ya da “hefte” şeklinde söylenmekteymiş…
Her ne kadar Pazartesi bizim için haftanın ilk günü olarak kabul edilse de,adlandırma yapılırken ilk gün Pazar olarak alınmış…
Pazar, Farsça’daki “yemek yenen yer” anlamında “ba” =yemek, “zar”= yer sözcüklerinden oluşmuş.
Pazartesi, “ba-zar” kelimesine yine Farsça’daki “ertesi” sözcüğünün eklenmesiyle “pazardan sonraki” anlamında kullanılmaya başlamış…
Haftanın üçüncü günü olması nedeniyle İbranice’deki “üçüncü“ kelimesine karşılık gelen Salı sözcüğü…
Farsça’daki dördüncü gün manasına gelen “cehar şenbe” yani Çarşamba,devamında Farsça’daki beşinci gün manasına gelen “penç şenbe” yani Perşembe kullanılmış…
Cuma, Arapça’daki “toplama,toplanma” anlamından yola çıkılarak ve son olarak Cumartesi tıpkı Pazartesi kelimesinde olduğu gibi “ertesi” sözcüğünün eklenmesiyle oluşturulmuş ve bu kullanım dilimize yerleşmiş…
”Her günün bir ertesi var.Cuma-Cumartesi , Pazar- Pazartesi,Çarşamba-Perşembe bir tek Salı gününün eşi yok.O yüzden annemler Salı gününe “tek” derlerdi.Mesela günlerden ne diye sorardık ”tek” şeklinde cevap verirdi.” diye anlatıyor bizlere…
Tabi sohbetin konusu Tamer Korugan’ın kitabında anlatılan gün isimlerinin kaynağı...
Bilinenin aksine hiçbiri Türkçe değil.
Yedi günü temsilen kullandığımız “hafta” sözcüğü Farsça’daki yedi sayısından gelmekte ve “heft” ya da “hefte” şeklinde söylenmekteymiş…
Her ne kadar Pazartesi bizim için haftanın ilk günü olarak kabul edilse de,adlandırma yapılırken ilk gün Pazar olarak alınmış…
Pazar, Farsça’daki “yemek yenen yer” anlamında “ba” =yemek, “zar”= yer sözcüklerinden oluşmuş.
Pazartesi, “ba-zar” kelimesine yine Farsça’daki “ertesi” sözcüğünün eklenmesiyle “pazardan sonraki” anlamında kullanılmaya başlamış…
Haftanın üçüncü günü olması nedeniyle İbranice’deki “üçüncü“ kelimesine karşılık gelen Salı sözcüğü…
Farsça’daki dördüncü gün manasına gelen “cehar şenbe” yani Çarşamba,devamında Farsça’daki beşinci gün manasına gelen “penç şenbe” yani Perşembe kullanılmış…
Cuma, Arapça’daki “toplama,toplanma” anlamından yola çıkılarak ve son olarak Cumartesi tıpkı Pazartesi kelimesinde olduğu gibi “ertesi” sözcüğünün eklenmesiyle oluşturulmuş ve bu kullanım dilimize yerleşmiş…
28 Nisan 2010
SEVGİ ÇİÇEĞİ, DÜNYADA YALNIZCA ANKARA’DA…
Kaptan “Dünyada yalnızca Gölbaşı’nda yetişiyormuş” dediğinde bir an şaşırdım...
Bu bölge çiçeğin korunması amacıyla sit alanı ilan edilmiş.Yurtdışından gelen bitki bilimcilerin üzerinde uzun araştırmalar yaptığını anlattı vatandaşlar.Üstelik nesli tarım ilaçları nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Bern Sözleşmesi kapsamında korumaya alınmış…
Papatyagillerden Sevgi çiçeği ve üzerinde ilk çalışmayı 1848 yılında Rus bilim adamı Pierre de Tchihatcheff yapmış…
Çiçeklenme bu hafta yani Nisan’ın son haftası başlıyormuş…
Şayet yolunuz düşerde görmek isterseniz, Gölbaşı - Haymana istikametinde Hacı Hasan Köyü mevkiine ilerlemeniz gerekiyor…
kynk.
kynk.
Bu bölge çiçeğin korunması amacıyla sit alanı ilan edilmiş.Yurtdışından gelen bitki bilimcilerin üzerinde uzun araştırmalar yaptığını anlattı vatandaşlar.Üstelik nesli tarım ilaçları nedeniyle yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Bern Sözleşmesi kapsamında korumaya alınmış…
Papatyagillerden Sevgi çiçeği ve üzerinde ilk çalışmayı 1848 yılında Rus bilim adamı Pierre de Tchihatcheff yapmış…
Çiçeklenme bu hafta yani Nisan’ın son haftası başlıyormuş…
Şayet yolunuz düşerde görmek isterseniz, Gölbaşı - Haymana istikametinde Hacı Hasan Köyü mevkiine ilerlemeniz gerekiyor…
kynk.
kynk.
~~~~~~~~
Ve hariçten o güzel güne ait birkaç görüntü daha...26 Nisan 2010
KÖPEKBALIĞI KOVUCU MANYETİK HALHAL…
Teknolojik sistemler insanoğlunu her ortamda rahat ettirmek ve güvenli kılmak için üretip gelişmeye devam ediyor…
Ayak bileğine takılarak kullanılan köpekbalığı kovucusunun bay ve bayan modelleri mevcut, fiyatı ise 18,99 $.
Özellikle su sporları ile ilgilenenlerin tercih edeceği bu son sistem köpekbalığı kovucunun özelliği yaydığı manyetik dalgalar, kaynaklar içindeki mıknatısların köpekbalığının duyusal yeteneklerine müdahale ederek itici bir etki alanı oluşturduğunu anlatmakta…
Yalnız bu malzemenin her cins köpekbalığına aynı etkiyi göstermiyeceğini savunanlarda var…
Ayak bileğine takılarak kullanılan köpekbalığı kovucusunun bay ve bayan modelleri mevcut, fiyatı ise 18,99 $.
MUTLU SONA AZ KALDI !!!
Güney Kore’de yaşayan 68 yaşındaki Cha Sa-Soon’un en büyük isteği,bir sürücü belgesine sahip olabilmekmiş…
Başlangıçta bu kadar zorlanacağını hesaplamış mı? bilinmez, bu istek zamanla bir hayale dönüşmüş.Çünkü her girdiği sınavdan başarısız olarak çıkmış…
2005 yılında ilk başvurusunu yapan Soon, farkında olmadan bir rekora da imza atmış.Öyle ki 950 kere sınava girmiş…
Son beş yılda ulaşım ve ek masraflar hariç sadece başvuru ücretlerine 4200 $ harcamış…
Nihayet son yazılı sınavda 60 puan alarak,direksiyon sınavına girmeye hak kazanmış…
Başlangıçta bu kadar zorlanacağını hesaplamış mı? bilinmez, bu istek zamanla bir hayale dönüşmüş.Çünkü her girdiği sınavdan başarısız olarak çıkmış…
2005 yılında ilk başvurusunu yapan Soon, farkında olmadan bir rekora da imza atmış.Öyle ki 950 kere sınava girmiş…
Son beş yılda ulaşım ve ek masraflar hariç sadece başvuru ücretlerine 4200 $ harcamış…
Nihayet son yazılı sınavda 60 puan alarak,direksiyon sınavına girmeye hak kazanmış…
BBC ile yaptığı röportajda “Güçlü olun ve hayallerinizden vazgeçmeyin…” diyerek birde tavsiyede bulunmuş… :))
bbc röportaj.
kynk.
kynk.
NE DEMİŞ ?
Marilyn Monroe, ruh halini ve içindeki gelgitleri şöyle özetlemiş...
“Beni köpekler ısırmaz,sadece insanlar ısırır…”
23 Nisan 2010
ARADIĞINIZ KİRACIYA ŞU ANDA ULAŞILAMIYOR !!!
O günden bugüne pek bir şey değişmedi aslında…
Sadece kiracıya artık ulaşılamıyor,keza babamda aramaktan vazgeçti.Sıkıldı bunlarla uğraşmaktan ve hukuki işlem başlattı hafta içinde…
Dilekçesini vermek üzere adliye bankosunda numara alırken telefonu çalmış.
“Merhaba,ben …..bankasından arıyorum.Dört sene önce çektiğiniz konut kredisi bitmek üzere.Bu kredi ile ilgili memnuniyetiniz hakkında görüşlerinizi almak istiyoruz.”demiş bir ses.
Babam gülmüş,”valla demiş,öyle bir zamanda aradınız ki,
bende şimdi ..…”
Görevli bayanda gülmüş tabi bu olaya.”tamam,ben daha müsait bir zamanda arayım” diye cevap vermiş. :)))
Sadece kiracıya artık ulaşılamıyor,keza babamda aramaktan vazgeçti.Sıkıldı bunlarla uğraşmaktan ve hukuki işlem başlattı hafta içinde…
Dilekçesini vermek üzere adliye bankosunda numara alırken telefonu çalmış.
“Merhaba,ben …..bankasından arıyorum.Dört sene önce çektiğiniz konut kredisi bitmek üzere.Bu kredi ile ilgili memnuniyetiniz hakkında görüşlerinizi almak istiyoruz.”demiş bir ses.
Babam gülmüş,”valla demiş,öyle bir zamanda aradınız ki,
bende şimdi ..…”
Görevli bayanda gülmüş tabi bu olaya.”tamam,ben daha müsait bir zamanda arayım” diye cevap vermiş. :)))
foto.knuttz
UNUTULMAMIŞ BİR 23 NİSAN ŞİİRİ…
Okul bahçesinde çocukların provalarını izleyen Ali Söylemez heyecanlı…
Birden aklına geldi demek ki,
“Benim 23 Nisan şiirim şöyleydi” dedi.
“Günaydın,gözün aydın,
Sayısız devrim saydın,
Dünyaya bir ün yaydın.
Buldun taze can bugün,
O mutlu Nisan bugün…”
“Kaç yılıydı?” diye sordum.
Sene 1945,ilkokul birinci sınıftaydım hala unutmadım bu şiiri” diye cevap verdi…
Ali Söylemez bugün 73 yaşında…
Çocuk kalbiyle yaşadığı heyecanı ve bu şiiri unutmaması ne kadar hoş…
Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm dünya çocuklarına armağanı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hepimize kutlu olsun…
foto.
Birden aklına geldi demek ki,
“Benim 23 Nisan şiirim şöyleydi” dedi.
“Günaydın,gözün aydın,
Sayısız devrim saydın,
Dünyaya bir ün yaydın.
Buldun taze can bugün,
O mutlu Nisan bugün…”
“Kaç yılıydı?” diye sordum.
Sene 1945,ilkokul birinci sınıftaydım hala unutmadım bu şiiri” diye cevap verdi…
Ali Söylemez bugün 73 yaşında…
Çocuk kalbiyle yaşadığı heyecanı ve bu şiiri unutmaması ne kadar hoş…
Mustafa Kemal Atatürk'ün tüm dünya çocuklarına armağanı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı hepimize kutlu olsun…
foto.
19 Nisan 2010
LÜTFEN EVİMİ SOYUN.COM ...
İngiltere’de tartışma yaratmış bir site “Please Rob Me”…
Twitter ve Facebook kullanıcılarını kişisel kayıt bilgilerinden ve mesajlarından takip edip, kimin evde olup olmadığını belirleyip, topladığı tüm bilgilerle üstelik kapı numarasına kadar bu sitede yayınlıyormuş…
Site hırsızlığı teşvik ettiği gerekçesiyle birçok *eleştiri almış.Sitenin kurucuları ise aslında iyi bir şey yaptıklarını,hırsızlara yardımdan ziyade insanları internet ortamında paylaştıkları bilgiler konusunda uyarmayı amaçladıklarını belirtiyorlarmış…
kynk.
Twitter ve Facebook kullanıcılarını kişisel kayıt bilgilerinden ve mesajlarından takip edip, kimin evde olup olmadığını belirleyip, topladığı tüm bilgilerle üstelik kapı numarasına kadar bu sitede yayınlıyormuş…
Site hırsızlığı teşvik ettiği gerekçesiyle birçok *eleştiri almış.Sitenin kurucuları ise aslında iyi bir şey yaptıklarını,hırsızlara yardımdan ziyade insanları internet ortamında paylaştıkları bilgiler konusunda uyarmayı amaçladıklarını belirtiyorlarmış…
~~~~~
*Haberi ilginç kılan “sitenin kendisi mi?” yoksa siteye verilen tepkinin “sadece eleştiri boyutunda kalması mı?” orasına karar veremedim.Hayli düşündürücü…
kynk.
OSMANLIDAN GÜNÜMÜZE MİRAS BAKIR SAHANLIKLAR…
Geçen sefer vakit boldu ve fotoğraf makinem elimden düşmemişti.Bu gidişim daha kısa süreli oldu o da alışverişle geçti Beypazarı’nda…
Çarşı içinde bakır malzemeler satan birçok dükkan var.Bu bakır yumurta sahanlığında karar kıldık arkadaşlarla, 4’lü, 6’lı ve düz modellerden satın aldık…
Haftasonu kahvaltılarını renklendirmek hem de farklı tatlar yaşayacağımız garantisiyle anlattı bakır ustası.Osmanlı mutfağından günümüze miras…
“Bakır tavada pişen yumurtanın lezzeti ve sunumu farklı olur,yalnız dikkatli kullanıp metalle çizmemek gerekiyor” dedi.Saray mutfağından, padişaha pişen yemeklerden konuştuk bir süre...
Eve geldikten sonra şöyle bir baktım netten.Meğer ne önemliymiş o dönem.Alt tarafı bir yumurta dersiniz…
Hatta öyle bir tarif buldum ki Osmanlı kahvaltısında, bunu padişaha beğendirmek ve övgü almak çok önemliymiş.Soğanlı yumurtayı iyi yapmak “Baş aşçılığa terfi sebebi”, aşçının gurur kaynağı olurmuş.:))
Tarifi yazmıyorum ama bakmak isteyen olursa buraya ekliyorum.
Bilmediğim tadlara karşı önyargılıyımdır.Tarif bana uygun gözükmüyor o nedenle kendi klasik yöntemlerimle pişirmeye devam edeceğim…
Çarşı içinde bakır malzemeler satan birçok dükkan var.Bu bakır yumurta sahanlığında karar kıldık arkadaşlarla, 4’lü, 6’lı ve düz modellerden satın aldık…
Haftasonu kahvaltılarını renklendirmek hem de farklı tatlar yaşayacağımız garantisiyle anlattı bakır ustası.Osmanlı mutfağından günümüze miras…
“Bakır tavada pişen yumurtanın lezzeti ve sunumu farklı olur,yalnız dikkatli kullanıp metalle çizmemek gerekiyor” dedi.Saray mutfağından, padişaha pişen yemeklerden konuştuk bir süre...
Eve geldikten sonra şöyle bir baktım netten.Meğer ne önemliymiş o dönem.Alt tarafı bir yumurta dersiniz…
Hatta öyle bir tarif buldum ki Osmanlı kahvaltısında, bunu padişaha beğendirmek ve övgü almak çok önemliymiş.Soğanlı yumurtayı iyi yapmak “Baş aşçılığa terfi sebebi”, aşçının gurur kaynağı olurmuş.:))
Tarifi yazmıyorum ama bakmak isteyen olursa buraya ekliyorum.
Bilmediğim tadlara karşı önyargılıyımdır.Tarif bana uygun gözükmüyor o nedenle kendi klasik yöntemlerimle pişirmeye devam edeceğim…
15 Nisan 2010
FUTBOL OYNAMAK KESİNLİKLE YASAKLANMIŞTI !! PEKİ NE ZAMAN ?
Ortaçağ İngiltere’sinde arazilerinde genç işçi çalıştıran zengin toprak sahipleri gün geçtikçe işçi bulmakta zorlanmaya başlar.Bir topun peşinde koşarak zamanını harcayan insan sayısındaki artış işleri aksatıp,geliri azaltır…
Zaten halkın bir kesimi de, bu oyunu kolların bacakların kırılıp kavgaların çıktığı,bir işsiz güçsüz uğraşısı olarak görmektedir…
Kral II. Edward’a giden şikayet sayısı günden güne fazlalaşır ve 1314 yılında bir emir çıkartılır…
“Bundan sonra İngiltere sınırları içinde her kim olursa olsun ayakla vurularak oynanan top oyununu oynamaya kalkışırsa şiddetle cezalandırılacaktır.”
Futbolun beşiği olan İngiltere’deki bu yasak tam olarak uygulanmaz ve futbol sevgisi artmaya devam ederek, trilyonların konuşulduğu güncelliğini yitirmeyecek bir sektör haline gelir…
Zaten halkın bir kesimi de, bu oyunu kolların bacakların kırılıp kavgaların çıktığı,bir işsiz güçsüz uğraşısı olarak görmektedir…
Kral II. Edward’a giden şikayet sayısı günden güne fazlalaşır ve 1314 yılında bir emir çıkartılır…
“Bundan sonra İngiltere sınırları içinde her kim olursa olsun ayakla vurularak oynanan top oyununu oynamaya kalkışırsa şiddetle cezalandırılacaktır.”
Futbolun beşiği olan İngiltere’deki bu yasak tam olarak uygulanmaz ve futbol sevgisi artmaya devam ederek, trilyonların konuşulduğu güncelliğini yitirmeyecek bir sektör haline gelir…
KUZEY ATLANTİK ORTASINDA BİR KASIRGA...
Animasyon teknikleriyle istenilen görüntü yaratılabiliyor ya, izlerken önce bir film sahnesi zannettim.
Gerçek olduğunu görünce resmen ürperdim…
Dalga yüksekliği 15-20 m ölçülmüş…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)